22 Kasım 2008

Fırtınadan Sonraki Sessizlik!

Bugün sabahtan beri çok şiddetli fırtına vardı. Tahmin edildiği üzere rüzgar güneyden geliyor. Benim şimdiye kadar olan gözlemlerime göre yıkıcı rüzgarlar hep güneyden gelir.

Ve şiddetli rüzgarlar iğreti sistemler için tam bir felaket!
Nedir bu iğreti sistemler: Ondülin çatılar( saç,eternit, plastik vb.) naylon örtülü sistemler, seralar .
Özellikle maddi durumu yeterli olmayan insanımız; çiftçilerimiz ucuz olduğu için, montajı kolay olduğu için samanlıklarını, ağıllarını, kömürlüklerini falan; saçtı tenekeydi, naylon örtüydü bunlarla kaplıyor.
Rüzgar olmasa hiçbir şey olmaz, hatta senelerce gider. Ama bir rüzgar çıktımı ; birde çatı sisteminin ucunu kurtardıysa iş bitti; son duanı et.

Rüzgarın arkasından da hep yağmur gelir nedense! Biri samanlığın üstünü açar diğeri de samanı bir güzel ıslar.
Yağmur yağarken; ortalıkta kalan ürününün,malının, hayvanının üstünü kapamaya(örtmeye) çalışan insan manzarası çok felaket bir görüntüdür. İçiniz cız eder.

Sistemleri lütfen sağlam yapalım diyecem ama bir şey ifade etmeyecek. Neyse bir dahaki rüzgara kadar Allah kerim!
Şu anda yaklaşık 2,5 saattir güzel yağmur var. Rüzgar hızını biraz kesti gibi. Arada çıtır çıtır kırımsı atıyor(küçük buz parçaları) Gecenin ilerleyen saatlerinde balkanlardan kar gelebilir( nedense bize kar hep balkanlardan gelirde :))
Fırtına kötüydü ama yağmur çok güzel. Umarım kurak olan yerlere de hayırlısıyla yağmur yağar.

21 Kasım 2008

Arı Hikayesi 2

Nerede kalmıştık?
Evet şimdi küçük bir kolonimiz vardı. Benim taktığım kabarmış petekleri çerçeveye yapıştırmaya ve bağlı ipleri kesmeye çalışıyorlardı. Annenin yumurtlamaya başlamasını bekliyorduk…

Birkaç gün sonra küçük kolonilerimiz iki tane oldu. Kutuların yere yakın durmayacağını bildiğim için bir sehpanın üzerine kaldırdım.
Günler geçti; kovanlara polen geliyordu, anaların ikisi de ufaktan yumurtlamaya başladı. Gözler kapandı ve işçi gözü oldukları belli oluyordu. Demek ki her şey yolundaydı!

Diye düşünürken; bir gün baktım ki kovanlar karınca istilasına uğramış. Hatta kovanları öyle sahiplenmişler ki giriş deliğinde durmuş nöbet tutuyorlar. Sanırsın ki arı kovanı değil karınca kovanı!
Bu karıncalar küçük değiller. Söğüt ağaçlarında yaşayan iri koca kafalı siyah karıncalar!!! Koyduğum ballara dolmuşlar arıları yanaştırmıyorlar. Kutuları açtım ve karıncaları temizledim.

Ne yapabilirim? Pikniğe falan gittiğimizde tatlı yiyeceklere karınca dolmasın diye su dolu kabın içine oturturuz ya; bende kovanların bulunduğu sehpanın bacaklarına tabak koydum içine de su doldurdum.
Çözümü bulmuştum! Çünkü şimdiye kadar sudan geçebilen bir karınca görmedim! Gözüm arkada kalmayacaktı. Tabaktaki suların bitmemesi içinde ilgililere tembih yapıldı(tabaklarda her daim su olacaktı) Bir vakit il dışına çıktım ve arılara bakamadım.

Döndüğümde aklımda kutular vardı; büyük bir hevesle gelip baktım ki; kutuların birinde hareket yok!
Açtım; içi karınca dolu! Olaaaaaaamaz;
Olmuş işte! O zaman nasıl olur tabaklar su dolu!
Kutuda birkaç tane arı kalmış, petekleri güve istila etmiş! Karıncalar yavrulu gözleri bozuyor ve yavruları taşıyorlar. Ana arı ve diğer arılar kovanı terk etmiş belli ki!
Çok üzüldüm, bu koloni bakım yapılmadan dışarıda hayatını devam ettiremez ki!
Ben bu karıncaları… ….. …….

Kutuyu aşağıya aldım; güveli petekleri güneş fırınında eritmeye attım. Sehpadaki karıncaları da temizledim. Öbür kutuya da girmişler ama o kadar çok değil!

Beklemeye başladım, bir karınca geldi tabağın etrafında birkaç tur yaptı.

Sonra sat komandosu gibi şıpır şıpır suyun üzerinde yüzdü;

Ve sehpanın bacağına çıktı. İnanılır gibi değil.
Çevrede ayırt edebildiğim 8 tür karınca var. Böylesini ilk kez görüyorum yüzen karınca!

O zaman yöntemi değiştirmemiz lazım. Tabaklara böcek ilacı koysak olmaz.
Düşündüm : Sinekler ve karıncalar neyin içine düşünce ölür?
İki şey: Deterjanlı su ve yağ!
Deterjanlı su çabuk kokar ve buharlaşır; sürekli yenilenmesi lazım. O zaman bizde tabaklara yağ koyarız.

Evden atık kızartma yağlarından getirdim( eski yağları dökmüyoruz; dönüşüm için topluyoruz ya!) Tabaklara doldurdum. Çok güzel oldu. Karıncalar bir iki geldiler; yağı görünce koklayıp gittiler. Bu iş bu kadar! oh bee!!!

Ertesi gün;
Yağ koyduğum tabaklar boşalmış; hatta tertemiz parlıyor; karıncalar yine sehpanın üzerine tırmanmış. İmdaaat!
Aklımı kaçıracağım, bu yağlar nereye gitti?
Düşün bakalım belki bulursun…….
……………………………………..............
……………………………………..............
……………………………………..............
Akşam köpekler gelmiş ve tabaklardaki kızartma yağlarını yalamışlar; üstelik pırıl pırıl olmuş tabaklar! İyi ki kovanı tepetaklak aşağı indirmemişler.
Karıncalar inatçıysa; ben onlardan daha inatçıyım!

Bu sefer traktörün kullanılmış motor yağından getirdim ve tabaklara doldurdum. Bu iş bitti!

Kovana girip çıkan arıların yağa düşmemesi içinde sehpanın bacaklarına birer karton döndüm.

Hani çocukların önlüklerinde yakalıklar olur ya; işte aynen onun gibi. Tabağın çevresini kaplıyor ve arının pat diye içine düşmesini engelliyor.

Karınca problemi bir daha oluşmadı. Olan bir küçük kovanımıza oldu o kadar. Eğer sizinde karınca probleminiz varsa yağı tavsiye ederim. Buharlaşması yok; çok uzun süre kapta kalıyor. Ama dikkat edin arıları içine düşürmeyin!!!
Hımm birde atık yağları toprağa ve suya sakın dökmeyin.
Hikayemiz bittimi? Hayır ...Daha yazacaklarım var!

18 Kasım 2008

Arı Hikayesi 1

Benim de bir junior kovanım var! Nasıl oluştuğunun hikayesini kısaca anlatmak lazım.Bu yılın mayıs ayı.

Oğula niyetlenen bir kovandaki ana memelerini bozuyorum. Tam kapalı bir memeyi bozmuştum ki bir baktım ana elime doğdu. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Kırmızımsı bir rengi ve sarımsı bacakları vardı.Nasılda kıpır kıpır yerinde durmuyor, O elimden o elime geçiyor. Öldürmeye kıyamadım.İlk önce kağıttan bir külah yapıp hemen içine koydum.

Kovanı kapadıktan sonra sinek telinden küçük bir külah yaptım ve arıyı içine aktardım. Yeni doğmuştu ama aç olmalıydı. Telin üzerine biraz bal sürdüm. Gelip birkaç kez yaladı.
Ben anaları kendileri beslenemez sanıyordum ama balı yaladı işte!!!
Anayı seyretmek güzeldi ama acilen bir şeyler yapılmalıydı.

Küçük bir kutu buldum,giriş deliği açtım. İçine bir iki petek parçası arılar içinde biraz bal koydum. Anayı da külahınla birlikte kutunun içine yerleştirdim.
Ve normal düzenindeki başka bir kovandan biraz arıyı kutuya silktim(o kovandan arı neden almadın derseniz bilmiyorum; arıyı zayıflatmak istemedim herhalde)

Silkme işlemi tamamdı. Ancak bir baktım ki silktiğim arıların hemen hepsi kutuya açtığım delikten kaçıp gitti. Olacak iş mi!
Hemen deliği çıkamayacakları kadar kapadım. Karanlık ve serin bir yere götürdüm. Baktım kutuyu kemirmeye başladılar. Geceyi atlatsalar bana yetecekti! Ertesi gün hemen bir kovan yapmalıydım. Elimde ne ölçü ne malzeme vardı. Sadece birkaç kırık dökük çerçevem vardı o kadar! Çerçeveleri bozdum, sağlam yerinden iki çerçeve çaktım. Şimdi bu çerçevelere göre bir kovan yapmalıydım, yaptım da. Küçük kovanımın ölçüsü 21-30 cm oldu. Derinliği de 19 cm. Eski peteklerden kestim ve iple çerçevelere bağladım.

Sonra kutudaki arıları yeni kovanıma aktardım. Baktım yeni annemiz hala külağın içinde gezinip duruyor. Demek ki öldürmemişler. Hem de ana kendi kovanlarından olmamasına rağmen.
Anayı da külahtan çıkardım ve çerçevenin üzerine saldım.
Ama sorun bitmemişti hava sıcaktı ve arıyı bir gece kapalı tutmuştum zaten. Kapıyı açsam kovanın içinde kalan son bir avuç arıda kaçıp gidecekti.

Bende kovanın önüne bir balkon yapmaya karar verdim. Kafes teli büktüm, üstüne de sinek teli doladım. Kapıyı açtım. Arıların hepsi dışarı çıktı. Ana arı hariç.

Arılar ısrarla kaçacak delik aradılar ama bulamadılar. Sonra balkona adamakıllı pislediler.

Akşam olunca baktım hepsi kovana geri girdiler.

İki gün bu şekilde balkonlu kaldıktan sonra; balkonu kaldırdım. Bir kısmı yine eski kovanına dönmüş olabilir ama bir kısmı da yeni ananın yanında kaldı. (Bu arada arıları susuz bırakmadık balkona ıslak bir bez koyarak isterlerse buradan su almalarını sağladık)

….devamı sonraki yazıda!

14 Kasım 2008

İzolasyon

Geçen haftaki izolasyon çalışmalarımız.

Kovanların besleme kutularını aldık. İki kovanın üzerinde örtü olarak yem çuvalı var. Bunların üzerine ilk önce gazete kağıdı koyduk. Sonrada kapağın altına strafor yerleştirdik. Koyduğumuz gazeteler arıya zararlı olabilir mi acaba! Bunu düşünmemiştim. Şimdi aklıma geldi; boya kokusundan fena olmasınlar?
Bu arada sanal reklam yapıyoruz( gazete reklamı)
Üzerinde kontroplak olan kovanların üzerine yine gazete onun üzerine de bir kat iki kat köpük koydum. Şerbetliklere kapak baskı yapmasın diye kenarlarına çıta dönmüştüm. Böyle daha tertipli duruyor.Kapak altında payı olanların kapaklarına da köpük koydum.


Boşalan yemlikleri kenara koymuştum. En son verdiğim şerbetler koyu olduğu için kaplarda çökelme yapmış. Bir iki dakikada 50 küsur sarıcaarı doldu .

Bende bıraktım kutuları öylece. Belki şekerleri yerlerde kovanlara sataşmazlar!
Bu arada yanlış anlama olmasın. Arılara verdiğim şerbet kaynatılmış falan değildir. Bildiğimiz su ve şekerin normal karıştırılmasından oluşuyor. Ancak oran 2 ye 1 den fazla olunca tam çözünmeyen şekerler besleme kabında çökelmiş. Yemliğin arasındaki bölme parçası da neredeyse sıfır mesafede kapalı olunca; şeker kristalleri bu tarafta kalmış. Kovan başı 4 kilo şeker kullanarak şerbet verdiğim düşünülürse; çökelen bir avuç şeker o kadar da önemli değil!

Anlaşabilmek

Sabah minibüste gidiyorum, radyo açık; futboldan bahsediliyor!

Normalde futbolla ilgilenmem; takımda tutmam. Sadece milli maçların sonucunu takip ederim, ama bizzat maçı izlemem! Çünkü izlemeye kalkarsam çok aşırı heyecanlanıyorum ve hiç iyi olmuyor. O yüzden maç izlemeyi kendime yasakladım.

Ne diyordum: Minibüste gidiyorum; radyo açık; Beşiktaş ve Bursa dan bahsediliyor. Kanalı değiştirme hakkımız olmadığı için yayını zoraki dinliyoruz. Diyor ki:
“Beşiktaş statlarına Bursasporlular alınmıyor. Buna karşılık Bursasporun statlarına da Beşiktaş taraftarı alınmıyor”
Haydi… ilk defa duyuyorum. Nasıl şey bu! Taraftara yasaklama. Dinlemeye devam ediyoruz;

“fısıltı gazetesinin haberine göre Bursa’da 34 plakalı araç sahiplerine saldırılıyor. Hatta bir araç sahibinin kız arkadaşıyla yemek yerken tartaklandığı; başka bir araç sahibinin de ailesiyle birlikte arabadayken tartaklandığı söyleniyor”

İnanmıyorum; böyle bir şeyin olabileceğine inanamıyorum! Yapmayın Allah aşkına; spor centilmenlik değil miydi? Ne oldu!
Takım tutsaydım kesin bende fanatik olurdum; ancak fanatik olmak bize sınırları aşıp başkasının sınırlarından içeri girme hakkını vermiyor!
Bu arada bizim arabanın plakası da 34’ tü. Yakın zamanda değişti. İyi ki değişmiş; neme lazım yolumuz Bursaya falan düşer bellimi olur :)

Radyo yayını devam etti durdu. Bu yasaklamanın ne zaman başladığı; neden kaynaklandığından da uzun uzun bahsetti.

Aklıma iki şey takıldı :
Birincisi Bursalı olup; Bursa da yaşayıp Beşiktaşlı olan var mı acaba?
İkincisi de arıcılar arasında şöyle bir şey var: Arıcıysan benim dostumsun diye; hatta arıcıysan sana hakkımı helal ederim diye! Yani arıcılar kanka!!!
Peki… bir Bursa sporlu arıcı ve bir Beşiktaşlı arıcı anlaşabiliyor mu acaba merak ettim? Maç Pazar günüymüş sanırım.

13 Kasım 2008

Haşlanmış ıspanak

Dün gece kuvvetli bir kırağı oluşmuş. Ve bu sabah ilk kez suların üstünde buz tabakası gördüm. Saksıda olan ve içeriye almakta oyalandığım çiçeklerim dondu sanırım? Yani donmuştur büyük ihtimalle! Şu anda donun etkisiyle cam gibi görünüyorlar ama birazdan hava ısınınca hepsi haşlanmış ıspanak haline gelir. tüh tüh tüh ;ihmal nelere sebep oluyor…

Normalde (bundan önceki senelerde) bir ay önceden sular buz tutmaya başlardı. Ve bu mevsimde toprak ıslak olurdu, buğdaylar çıkmış olurdu.
Bu yıl sonbahar yağışı olmadı! Buğdaylar ya kuruya yada alaca tava ekildi ve henüz üzerlerine yağış düşmedi. Erken ekilen tarlalarda bile buğday doğru düzgün bir çıkış gösterememiş. Şimdi birde donlar başlarsa …ki başladı; durum buğday açısından hiç iç açıcı gözükmüyor!

Peki; buğdayı geçin. Bu durum doğadaki diğer canlıları nasıl etkiler sizce?
Felaket tellallığından hiç hoşlanmamakla birlikte bu zamanda bu kadar kuraklık iyiye alamet değil; Allah selamet versin!!!

11 Kasım 2008

Birazda arıdan bahsedelim

Birazda arılardan bahsedelim! Bu hafta hava soğuktu, arıyı açmadık, kovanları dışarıdan izole ettik. Onu sonra anlatırım. Aşağıda geçen hafta aldığım görüntüler var.

Önce üst örtülerini açalım. Normalde kovanların üzerlerinde kontroplak var, yeni aldığım bir kovanda da bu tarz bir kontroplak var. Daha esnek ve çekmecelerin altına çakılan şeylere benziyor. Demirle kenardan kenardan kurtarmaya çalışıyorum ama nafile!
Her açışımda birer parça yonga kopuyor ve kovanın kenarlarına çatırçatır yapışıyor. Nasıl saçma sapan bir durum! Aslında düzgün bir kontroplak alıp değiştirmem lazım; ama değiştirememişim işte!

Neyse devam edelim, bu koloniyi (kovanın oğula gideceğini görünce) mevcut anayı korumak için 2 çıta arıyla mayısta ayırmıştım.
Ana en az iki yaşında. Kasım itibarı ile iki çıtadan geldiği nokta bu!


Bu ise; üstteki ananın asıl kovanı. Mayıs ayında bu kovandan iki bölme ben yaptım birde oğul verdi. Bunun geldiği noktada bu! Maşallah fena sayılmaz.

Bu da iki ballıklı olan arılardan biri. Bir ara oğul vermeye niyetlenmişti ama sanırım engellemeyi başardım.
Yok ya! Aslında buna başarı denmez;Onlar vazgeçtiler desek daha doğru olur…
Ne diyordum? Evet bu kolonileri daraltmayı (sıkıştırmayı) düşünmüyorum. Sanki daraltırsam balları yetmez gibime geliyor!

08 Kasım 2008

Kasım:1

Bu gün takvimde Kasımın 1’i yazıyor. Hoppala!!!
“Senin takvim yanlış gösteriyor; bu gün 8 kasım” diyeceksiniz! Evet bugün 8 kasım ama takvimde şu da yazıyor: Hızır günlerinin sonu Kasım günlerinin başlangıcı!

Hımm! Şimdiye kadar hiç dikkat etmemişim. Bu eskilerin dediği takvim.
Bu takvimde yıl Kasım günleri ve Hızır günleri olarak ikiye ayrılıyor. Şu an kullandığımız takvime göre 6 mayısta Hızır günleri başlıyor( yaz günleri) 8 kasıma kadar devam ediyor.
8 kasımda da Kasım günleri başlıyor(kış günleri) 6 mayısa kadar devam ediyor.

1 Kasım!Yani bugün itibarı ile kışa girdiğimizin resmidir!

Annemin çocukluğunda yaşlılardan duyup ta bize söylediği birkaç söz var, onları yazayım da nostalji olsun! Aşağıda bahsi geçen sayılar Kasım günlerini temsil ediyor. Ve bu sözlerde hep bahar özlemi var!
90, çalı dibini koksam(bunu söyleyen koca öküzmüş, bildiğimiz öküz yani!)
100, önümüz düz (baharın yaklaştığına dair,şubat sonu)
110, tarla başına kon ( tarlaya işlem yapma zamanının geldiğini belirtiyor, mart başı)
120 de ovaya, 130 da yuvaya (leyleklerin martın ortasında geleceği; mart sonunda da yuva yapmaya başlayacağına dair)

06 Kasım 2008

Son Fırsat

Ne kadar kasvetli bir sonbahar günü! Hava ağladım ağlayacak.
Üzerime ağaç yapraklarından çiğ damlaları düşüyor, otlar, çiçekler her şey sararmış. Hayata veda ediyor gibi bir halleri var.

Aslında depresyona girmek için sonbahar iyi bir fırsat. Kendini bir kaptırsan; dökülen yapraklarla birlikle sende savrulacaksın;
Sonra… bahara kadar seni kimse kurtaramaz!

Bahçede yürüyorum ayaklarım çamurlanıyor; oysa ne kadar güzel ve neşeli bir bahçemiz vardı. Ya şimdi!

Sonra bahçenin bir köşesindeki patlar gözüme ilişti! Üstleri hep çiçek dolmuş. Açalı kaç gün oldu acaba? İnsan kendi derdine düşünce; burnunun dibindeki güzellikleri görmeye bile fırsatı olmuyor.

Ne kadar zarif duruyorlar ; sonbahara nispet edercesine çiçeklerini açmışta açmış. Lakin çiçekler çiğden ıslanmış. Peki neden yazın açmadılar, neden sonbaharı beklediler?Belki de güllerin yanında güzelliklerinin kaybolmasından korktular. O yüzden sonbaharı beklediler. Şimdi bahçede bir tek onlar var. Yağmur yağacakmış, don yapraklarını vuracakmış diye aldırmıyor , dayanabildiği yere kadar dayanacak , çiçeklerini açacak.
Bu renkleri bu desenleri aklıma kazımam lazım; nede olsa bunlar sezonun son çiçekleri ve benim bahara kadar morale ihtiyacım var!

04 Kasım 2008

2009 yılı üretimine start verildi

Bu yıl sarıca eşekarılarının bize zararı çok fazla oldu. Şimdiye kadar bu yoğunlukta eşekarısı görmemiştim ve ilk defa bir canlıdan oldukça soğudum!

Öncelikle erikleri yemekle başladılar sezona! Bir çırpıda eriklerin içini boşaltıyorlar geriye kılıfları kalıyordu.
Yetmedi; olgunlaşan üzümleri yemeye başladılar. O da yetmedi sıra armutlara geldi!


Meyvelerin üzerine ilaç atmak mümkün değil; etrafta yiyecek bol olduğu için tuzaklara da gelmiyorlar! En sonunda üzümleri ve armutları sarıcalardan kurtarabilmek için; hasat etmek zorunda kaldık.
Tamam üzümler ve armutlar şimdilik kurtulmuş gözüküyor!
Ancak… çevrede yiyecek bir şey kalmadığını gören sarıcalar balarılarına saldırmaya başladı. Bu konuda da oldukça başarılılar. Özellikle bal arılarının yavru uçurma sırasında; idmansız olan yavruların sırtına yapışıyor ve yere çekiyorlar. Kafadan başlayarak yemeye koyuluyorlar.

Aslında anlatmak istediğim başka bir şey! Sarıca eşek arılarıyla mücadele etmenin en uygun zamanının şimdi olduğu söyleniyor. Çünkü dişiler çiftleşecek ve kuytu yerlerde uykuya yatacak. Öldürdün öldürdün; öldüremedin? Eee; o zaman öldüremedin.

Aşağıdaki resim yeni çekildi (2 kasım) Kovanın üzerinde iki eşek arısı görüyorum. Kavga ediyor gibi bir halleri var! (Normalde eşek arıları pek birbirlerine saldırmazlar) Dikkatli bakıyoruz; çiftleşen sarıca arılar!

Bal arılarının 8 metrenin üstünde, özel alanlarda çiftleştiğini biliyoruz. Demek ki sarıcalarda böyle bir durum yok!
Besinleri nasıl olsa kovanların içinde hazır bekliyor, daha uzağa gitmeye ne gerek ! Acıkınca bir bal arısını mideye indirirsin olur biter.
Bu resimleri çektikten sonra onları öldürdüm!
Demiyorum çünkü öldürmedim. Bizimle özel hayatlarını paylaştıktan sonra öldürmek olmazdı!
Evet… 2009 yılı eşek arısı üretimine start verilmiş bulunmaktadır.
Cümleten hayırlı olsun!

02 Kasım 2008

Durumdan vazife çıkarmak

Kovan girişleri hangi genişlikte olmalı?
Kışın iyice daraltmalımı ya nem oluşursa ; peki baharda ya yavru üşürse?
İşte benim içinden çıkamadığım durumlardan biri daha.
Kimi zaman kapıları açarım, kimi zaman kaparım. Arının bu konuda bana ihtiyacı var diye düşünürüm. Yada kendime durumdan vazife çıkarmak hoşuma gidiyor!

Aslında arı davranışını bilenler şöyle der : “Kapıyı sağlam bir takozla kaparsanız arının bunu kemirip de açması zor olur! Lakin girişler uygun bir genişlikte bırakılırsa; yada straforla kapatılırsa arı kapıyı istediği gibi daraltır ve istediği zaman yeniden genişletir.”
Ben kaç kişiden aynı yorumu duymuş olmama rağmen, böyle bir şeyin olabileceğine şu güne kadar inanmıyordum!

Bu dönem beslemem geç kaldığından; kovan içinde nem oluşmasın diye kovan girişlerini oldukça geniş bırakmıştım. Bu seferde böyle deneyim ,kışa doğru nasıl olsa daraltırım diye düşündüm (sarıcalar saldırıyor ama benimkiler geri püskürtüyordu)

Dün arıları beslerken şöyle bir eğilip kovan girişlerine bakayım dedim. Normalde bir şey yok, biraz daha eğildim;
Şuna bak kapıyı propolisle öyle bir daraltmışlar ki yakında içeriye zor girecekler.Sonra başka bir kovana baktım onda da benzer durum .
İki kovan haricinde hepsinde aynı davranış söz konusu!


Eee… Benim arılarım büyümüşte artık kapılarını kendileri açıp kapıyormuş!

01 Kasım 2008

Doğum

Bu yazıyı yazıp yazmama konusunda kararsızım.
Hani zenginlerin özel hastanede çocukları dünyaya gelir. Sonra bebeğin ailesi gazete ilanıyla hastanede ki doğum ekibine, kat hemşirelerine, gönderilen çiçeklere falan teşekkür ederler ya!
İşte bende öyle bir durumdayım. Yazarsam komik olacak, yazmasam ayıp olacak!
Tamam yazıyorum;
Blog sayfamızın doğumu münasebetiyle yorum yapıp iyi niyetlerini bildiren ; yorum yapmayıp iyi niyetlerini bildiren; bildirmek isteyip te bildiremeyen herkese teşekkür ederiz!

Öğrendik ki baldan elde edilen gelir vergiye tabii değilmiş! O kadar rahatladım ki anlatamam(mali müşavire ayrıca teşekkür ederiz)
Şimdi benim 2,5 yılda nasıl ticari arıcı olduğumu öğrenmek isteyen (ama bu işten anlamayan) herkes bloğumu arşınlayacak, bunun sırrı ne acaba falan diyecekler, reytinglerim tavan yapacak bu iş benim çok işime yaradı çoook!

Maalesef insanların çoğu olaya direkt olarak para gözüyle bakıyor ki bu benim hiç hoşuma gitmiyor! Arıcılık zevk için hobi amaçlı yapılamaz mı? Tut ki bu esnada para kazandık. Bu bizi arıcılığı ticarete dökmüş anlamını mı taşır?
Ticaret yapmak suç mu? Tabii ki değil, ama bir işi sırf ticaret için yapmak olaydan zevk almayı engelleyen bir durum.

Şişen balonu söndürelim o zaman , bu yıl sadece 3 kovanın balını aldım. Her bir kovanda iki ballık vardı.Bizi utandırmayacak kadar bal verdiler. Balların bir kısmı petek olarak bir kısmı tenekelerde beklemede! Henüz satmadım. Siz üç aşağı beş yukarı ne kadar bal aldığımı tahmin edersiniz.

Bu işi ticarete döken değil 3 kovandan 10 kovandan da bal almasını bilirdi, bilirdi değil mi? Ama biz önce arımızın sağlığı diyoruz!
Elalem ne derse desin bu işi arı sevgisinden yapıyoruz,hobiciyiz, hobiciyiz,hobiciyiz!
Başka türlü olması mümkün değil !