26 Şubat 2009

Yumurtaya annelik yapmak!

“Hava ayaz mı ayaz; ellerim ceplerimde, bir türkü tutturmuşum duyuyorsun değil mi?”

Evet hava gerçekten ayaz! Bizim burası için karasal iklim çok normal bir durum ancak önceden ısınıp sonradan soğuyan hava bizi şokladı!
Arıları şokladı; beni şokladı!
İki gündür sırtım çok çok ağrıyor. Arka kaburgalarımın üzerleri. Birisi sırtıma vurmuş gibi! Sanırım kaslarımı fena üşüttüm! Krem sürmek fayda vermiyor ancak ağrı kesici ağrıyı hafifletiyor!

Arılar ne durumda merak ediyorum; Emrah Karadeniz’in kuluçka makinasın da ki yumurtalar ne oldu çok merak ediyorum? Galiba civcivler şimdiye kadar çıkmış olmalı!
Aslında benim çocukken bir kuluçka denemem olmuştu. Dinlerseniz anlatıcam çok heyecanlı!

Bir gün balkona güvercinler yuva yapmış. Hatta içine yumurtlamış bile!
(İki çerçöp getirse yuvayı hemen yapıyor zaten:)
“Yaratılanı hoş gördüm Yaratan’dan ötürü” derler ya; aynen öyle oldu. Yavrusunu çıkarana kadar balkonda kalmasına müsaade edildi.
Yavrular çıktı büyüdü; bugün yarın uçarlar derken bir baktık ki; yavruları bir kenara çekmişler yeniden iki tane yumurta yumurtlamışlar.

Tamam… bu yumurtalar çıksın; balkonu ondan sonra temizleriz derken; bir iki üç!!!
Aynı şey tekrar ediyor. Komşular güvercin sevmiyor ve güvercinlerin balkona tüneyip pislemesinden de rahatsız! Olabilir kimse zorla bir şeyi sevemez! En son şikayet yöneticiye varınca bıçak kemiğe dayandı.
Bir gün baktım ablam balkonu temizlemiş!
-Ne yaptın ya! dedim! Yumurtalar nerede?
-Mutfakta kutu içinde; çöpün yanında! dedi.

Ben gittim yumurtaları buldum. Henüz soğumamışlardı. (Zaten yaz günüydü neyse:)
Ben bu yumurtaları çöpe attırmam ama yumurtaları nasıl yaşatabilirim? O zaman kafam iyi çalışmıyor çocukluk işte!
Gizlice yumurtaları aldım( güvercin yumurtaları hep iki tane olur. Kardeş olsunlar diye!) Nereye koysam nereye koysam; sıcak olmalı; ama fazla değil! Buldum! Vücuduma yapıştırıcam. Kolum olmaz; hareketli; bacağım olmaz; hareketli!
Ayrıca annem kesinlikle yumurtaları görmemeli yoksa benim bacaklarımı kırar!

Evet yumurtalar için kartondan bir kutu yaptım. Bir yüzü açık; açık olan yüzünü karnıma koydum ve bantladım. Yumurtalar benim vücudumdan ısı alacaktı! Hem de buluzün altında kimse görmiycekti:)Ayrıca yaz tatili olduğu için okula gitme derdi de yok!
Akşamları yumurtaları kutudan çıkarıyor gözden geçirip yeniden yerlerine koyuyordum. Bir hafta falan kimse anlamadan bu şekilde idare ettim.

Bir gün gezmekten dönüyoruz; minibüse bindik. İşte ne olduysa o zaman oldu. Tam oturduğum sırada hissettim ki yumurtalardan biri kırıldı.Evet karnım sıkışınca yumurtaya bir şekilde baskı yapmış olmalıydı.Eve gelince bandı çözdüm baktım yumurtalardan biri kırılmış. Yavru net gözükmese de kanlı canlı bir embriyo şeklinde!
O an o kadar iğrendim ki; hemen iki yumurtayı birden çöpe attım. Çocukluk işte biri öldüyse öteki sağ dimi?
Tabi ki şimdiki aklım olsa onlara Emrah’ın ki gibi bir kuluçka makinası yapardım:) Ayrıca yavrular doğsa onları ne ile besliycektim? Bunu hiç düşünmemiştim:)

Sonrasında… bahçeli evimiz olunca güvercinlerimde oldu; onların bir sürü yavruları da oldu! Yavruları beslediğimde oldu! Hatta bir seferinde güvercinimin yumurtalarını bir yılanın yediğini gördüm. Onu da başka sefere anlatırız.

İnsanın doğayı sevmesi ve bunları “an be an” yaşama zevkine ulaşması!
Ne kadar muhteşem bir şey!

24 Şubat 2009

Köstebek şüphesi ve yüzülen postu!

Hava soğuk donuyorum.
Kar yok onun yerine buz var:) Kaç gün oldu hava bu şekilde. Arılara henüz bakamadım itiraf ediyorum.

En son geçen gün kaplara ayçiçek balı koyup; küçük arılarıma(ufaklığa) ; ve de aynı kovandaki iki bölmeye üstten bal verdim. Çünkü bu kovanların önüne elimi koyduğumda sıcak hava gelme oranı daha yüksek. Bu da küçük kovanların yavruya daha çok hız verdiği anlamına geliyor benim için! Bal yetmeme durumu olabilir diye bu üçünü besledim. Ama diğer kovanlarıma henüz hiçbir şey yapmadım!

Besleme kutularını üzerlerinden almıştım aynı deliklerin üzerine bu kapları koydum. İstedikleri gibi yesinler. Soğuktan dışarı çıkamıyorlar zaten; çıkanda aynen donup kalıyor!

Ballar akmazmı diye bir soru akla gelirse akmaz; kristallenmiş ayçiçek balı bu! Ayrıca bal adezyon etkisiyle kaba tutunuyor zaten!

Bir bölmenin üzerinde karınca sürüsüne rastladım ki; çok sinirlendim. Bu hayvanlar benim sabrımı deniyor herhalde.
“Bu havada ne işin var orada be! İn toprağa uykuya mı yatıcan ne yapıcan! La havle!!!
Hem sizin; bugünlerde ezilme tehlikesinden haberiniz yok galiba? Ben bir ara size anlatırım:)”

Normalde “Köstebek” toprağın altında yaşayan ; gözleri görmeyen; güneşe dayanamayan; bir tür memelidir!
Toprak altındaki solucan; kurt gibi canlıları yer. Bu arada "yolu" yeni ekilen fidelerin altından geçerse toprağı göçertir ve bu sırada fideleri kesebilir. Çiftçiler köstebekleri sevmez!!!

Köstebek tam toprağı kabartırken kediler onu yakalayıp güneşe çıkarır ama yemez!!! Yerse de biraz sonra kusar zaten:)
Hakeza köpeklerde köstebek yemez. Yani köstebeği yersen hazımsızlık yapar:)


Ne ilginçtir ki; ben köstebekleri de severim. Toprağı kabartırken görsem de kürekle basıp dışarı çıkarmam. Normalde köstebeklerin aydınlıktan öleceği düşünülür! Yanlış…
Derenin kenarında köstebeğin topraktan dışarı çıkıp bir güzel dolaşıp ondan sonra yeniden toprağa girdiğini gördüm. Ama köstebekler güneşe kesinlikle dayanamaz "ölürler" bunu biliyorum.

Bir gün bahçede kedilerden biri köstebek çıkarmış. Ölmüş hayvancık. Ölü sertliği denen bir durum olur ya; işte öylede sertleşmiş. Kedinin elinden köstebeği aldım. Tüyleri o kadar güzel pırıl pırıl! Gözlerine baktım! Gözü yok maalesef! Onun yerine birer noktacık var. Gözleri körelmiş. Bu halde yavrularını nasıl emzirip büyütüyor o da ayrı bir mucize!

Neyse; dedim ki bu hayvan nasılsa ölmüş! Bari postunu yüzeyim; tabaklıyım. Postunu yüzdüm. Tuzladım ve iğneyle bir tahtaya monte ettim. Deri o kadar güzel tabaklandı ki ; anlatamam. Deri yumuşak şekilde kurudu ve tüyler çekince elinize gelmiyor.
Bir gün koridor kapısını açık bırakmışlar. Baktım bir şıpırtı geliyor. Kedilerden biri içeri girmiş. Köstebek postunu bulmuş afiyetle yiyor.

Çok komik bir manzaraydı. Dediğim gibi kediler köstebek yemez; yerse de kusar. Çünkü postunu yüzerken anladım ki köstebeğin kendine ait ağır bir kokusu var :)
Ama post o kadar güzel olmuş ki ; koku falan kalmamış.
Bir dakikada minicik hayvanın postunu yedi bitirdi. Kediye kızmış olabilirim ama çok değil:)

20 Şubat 2009

Kontak kapatmak, cape, invert

Sizin çocukluğunuzu bilmem!
Benim çocukluğumda; arkadaşlarımızla tam oyunu kurmuş güzel güzel oynarken; bir bakarsınız anneler küçük kardeşleri kollarından tutup getirirler! Ve derler ki;
- Hadi... kardeşi de oynatın bakayım!
-Ya Şükran Teyze ama biz şimdi; hık mık! desek te;
-Hadi hadi; olur olur ; o da çukulata dan oynasın! der.
( burada “çukulata” deyimi; ufaklığı çaktırmadan idare edin oynadığını sansın ama oyun dışı olsun demektir)

Nereden hatırıma geldi derseniz anlatıcam!
Biz umutları yeşertmeye çalışırken “yaprak dökümü” yaşandığını görüyorsunuz!
(Sakalımız olmadığı için bizi kimse dinlemiyor ya neyse:)

Bilgilerine değer verdiğimiz insanların süreli veya süresiz kontak kapatması bizim içi bir ceza! (Yada en azından benim için bir ceza)
Düşündüm de “bende mi kontak kapatsam acaba” belki işe yarar?

Sonra biraz daha düşündüm; ben bu oyunda zaten çukulata dan oynatıldığım için kontak kapatsam ne olur kapatmasam ne!
Eğer oyunda daha etkili bir pozisyonda olsaydım belki daha çok etkilerdi suskunluğum!

Belki de yazdıklarımla o kadar çok kafa şişiriyorum ki; yazmamam değil de “yazmam” okuyucuya daha çok işkence olabilir ! Evet evet bu şekilde susarak değil de yazarak ta acı çektirebilirim okuyucuya!

Allahım ben ne diyorum!!! Acı vermek falan? Kendime hiç yakıştıramadım!
Kışın güneş ışınları kaybolduğu için insanlar depresyona girmeye daha meyilliymiş!

Dün bütün gün yağmur ; bugün kar yağışı her taraf ıslak, hava soğuk ; güneş yok, arılara bakamadım. pufff!
İlk cemre düştü! Baharın ucu gözüktü sayılır dişimizi sıkalım; güneşi görürsek bu depresyondan kurtulacağız inşallah! Hep birlikte!

Bu bitkiyi bir tanıdık fide halinde vermişti; bir kök. Benim meraklı olduğumu biliyor ya! Tohumunu nereden bulmuş bilmiyorum. Aynen biber fidesi gibi!

Meyvesini görünceye kadar ben ismini öğrenemedim; bunun adı “cape”! Güvey feneri adıyla da geçiyor.Bu çiçekli resimler ekim ayının sonunda çekildi.

Arılar çiçeklerini seviyor! Yaprağı da çiçeği de bibere çok benziyor!

Çiçekler tozlaşınca meyveler keselerin içine saklanıyor ve orada büyümeye başlıyor.

Benim bitkim geç gelişti meyveleri de soğuğa kaldı! Bu yüzden bitkiyi kasım ayı gibi (donmadan) saksıya oradan da kuytu bir yere aldım. Tabi ki bitki yavaş yavaş kurumaya başladı. Kozalar hala yeşildi. Meyvenin olgunlaştığı kozanın kurumasından ve içerdeki meyvenin sararmasından anlaşılıyor.

Bitkiyi koyduğum yerde tamamen unutmuşum(birkaç ay kadar:) Geçen gün baktım kozalar kurumuş. Hemen topladım. Meyveler salatalarda falan çiğ yenebildiği gibi reçeli de yapılabiliyormuş(meyve dediğime bakmayın sebzede olabilir)

Dış kılıfı soyunca içinden bir meyve çıkıyor. Aslında bu tam olgun değil! Olgunları sarı renkli!

Süsleme amaçlı bile kullanılabilir.

Ben çiğ olarak yemedim; çünkü kendine ait bir kokusu var(Gerçi ben avakado, roka, tere, turp,hardal gibi şeyleri de ağzıma sürmem!)
Evet böylece reçel yapmaya karar verdim. Daha doğrusu anneme söyledim o yaptı:) Biraz tohum alındı geri kalanı tencereye gitti!

“Cape”ler şekerle kaynatıldı; şekerlenmemesi içinde karışıma limon ilave edildi. Meyveler biraz söndü belki de önceden kirece yatırılması gerekiyordu.

Yinede görünümü cam gibi! İçinde çekirdekler küçük küçük gözüküyor.

Ne demişlerdi: Reçellerde bir tür invert şekerdir! Evet bu yıl invert şekeri pardon reçeli ilk ben kaşıklıyorum. Birinciliği kimseye kaptırmam ona göre!
Tadımı nasıl?
hımm! Fena değil; kendine ait orjinal bir tad!

17 Şubat 2009

Yeşeren Umutlar

Her şey birkaç gün önce bir pazar poşetinin içinde başladı. (Yemek için alınan kestanelerin poşette sürdüğünden bahsetmiştim hatırlarsanız)
Sadece kökleri gözüken kestanelerin üzerine öyle bir hikaye yazmıştım ki!
Kestaneler çiçek açmış; arılarım bu çiçeklerden bal yapmış ve bende kestane balını sevmediğim için yememiştim:)

Veeeeeeee umutlarımız yeşerdi!!!

Bir tohum sahibine asla ihanet etmez! Tek yapman gereken onu toprağa kavuşturmak:)

Ben daha önce kestane görmedim.Ama yapraklarının çok güzel olacağı şimdiden belli! Yavrular annesine mi babasına mı daha çok benziyor derseniz annelerine daha çok benziyorlar:)
Atıyorum tabiki! Annelerini nerden bileyim; büyük ihtimal Bursa'da kalmıştır anneleri:)

Evin içindeki havadan bunalıp ta dışarıya çıkmak ister gibi; boyunlarını uzatmışlar; güneşi yakalamaya çalışıyorlar.

Bir saksıya 4-5 tane kestane tohumu birden ekmişim. Huyum kurusun; her şeyi üstüste yetiştirmeye bayılıyorum! 7 saksıda toplam 30 civarı kestane bekliyorum. Kimisi sürdü kimisi toprağı yeni kabartıyor.

Dün gündüz dışarısı 6 dereceydi. Bu hava yeni tohumdan çıkan kestaneler için asla uygun değil. Bir süre daha apartman çocuğu olarak saksıda yaşamak zorundalar. Benizleri biraz daha sarı kalacak ama bunu da atlatacaklar:)

Bu resimde nerden çıktı! Yanlışlıkla girmiş buraya? Benimle alakası yok!
Desem de doğru değil. Fotoğraf; makinada kalmış; birkaç gün önce çekilmiş bir "utanç" fotoğrafı!Varroa konusunda başarısız olduğumun ispatıdır!!!
Birileri varroanın kökünü kazıyacak formülü bulmaya kararlıymış; iyi olur!
Bulurlarsa benimde haberim olsun:)

Geçen gün fotoğrafladığım kar erimişti. Ama dün gece 24 ‘te yine kar yağmaya başladı. Sabah her taraf bembeyazdı. Çok komik! Dejavu devam ediyor.
Sonra bugün bir baktım öğlende kar yok olup gitmiş!Olmaz böyle bişey!

Herşeye rağmen; Hayat çok güzel; umutların yeşerdiğini görmekse dünyalara bedel!!!

16 Şubat 2009

Dayanamıyorum!

Dayanamıyorum ben de yazıcam;
Beyler size ne oluyor?
Emin olun ben hiçbir şey anlayamadım! Paylaşamadığınız nedir?
Konuya vakıf olmayan bir yabancı yazılarınızı okusa ne der bunu hiç düşündünüz mü?

Her zaman ve her koşulda söyledim yine söylerim: Sizlerin aranızdaki bağlılığa hayranım!Bundan birkaç sene önce… sadece birkaç kişi vardı sanalda takip edebildiğimiz.Ben ilk olarak sizleri tanıdım… uzaktan! Aranızdaki dostluk beni çok etkilemiştir. Yeri gelince aynı sofrayı aynı derdi paylaştığınızı gördük!

Aranızdaki samimiyete ve dostluğa ağzımın suyu akarak bakardım( diş çıkaran bebeklerin ağzının suyu akar ya onun gibi) Halada bakarım…
Kadınlar genelde birbirini çekemez ve birbirinin kuyusunu kazar. Ama sizler o kadar güzel anlaşıyordunuz ki! Keşke bende sizin aranızdaki dostluğa dahil olabilseydim!
O günleri hatırlıyor musunuz acaba?

Sonrasında benim nazarım mı değdi; ne oldu bilmiyorum!

Şimdi; bazı konularda anlaşamamanızı anlıyorum. Yeri gelince ben öz kardeşimle bile anlaşamıyorum.
Çok normal bir durum. Aynı zamanda aynı fikirleri kabul etmek zorunda değiliz!
Birbirimizle tartışabiliriz; istemeden birbirimizi kırabiliriz ama “asla ve asla” olayı hiçbir zaman “kişisel hakaret” boyutuna vardırmayalım.
Her şey unutulur ama hakaret unutulmaz. Birbirimize hitaplarımız o kadar çok çeşitlendi ki; neredeyse hayvanat bahçesi kuracağız!
Benim hayvanlarla hiçbir problemim yok; hiçbir zamanda olamaz!
Ancak hitap edilen kişi hayvan olmak istemiyor olabilir; değil mi!!!

Rica ediyorum hitaplara dikkat edelim!
Sürekli yanlış yapan bir kişinin doğru yaptığı şeyler; sürekli doğru yapan bir kişinin yanlış yaptığı şeyler olabilir!
En sevmediğimiz insandan bile öğrenecek pek çok şeyimiz olabilir!

Dediğim gibi tartışın ama geri dönüşü olamayacak şekilde küsmeyin!
Ben artık kiminle konuşacağımı ; ne şekilde konuşacağımı bilemiyorum.
Genelde kişilerin arkasından pek konuşmam; yüzlerine söyleyemeyeceğim şeyi de konuşmamaya gayret ederim.
Ancak… yinede her söylediğim yanlış anlaşılabilir korkusuyla neredeyse küçük dilimi yutacağım:)

En çok kızdığım ise burada konuşulan bir konunun başka bir yere taşınması! Asıl sorun buradan çıkıyor. Kadınlar yapıları gereği laf taşımaya bayılır:) Ama sizler erkek olduğunuz için böyle bir şeyin olmayacağını varsayıyorum!

Eğer ki sizin aranızda laf taşıyan ve bu sebeple arkadaşların arasının bozulmasına sebep olan varsa bundan vazgeçsin!
Vazgeçmiyorsa; vazgeçemiyorsa da bizim mahallede altın günü yapılıyor oraya buyurup gelsinler.
Ben dedikodu yapılan yere gitmiyorum; evde de yapılmasına müsaade etmem. Ama isteyene rezervasyon yaptırabilirim:)

Değerli beyefendiler;
Aranızdaki bu küslük beni gerçekten üzüyor! Size bunu yakıştıramıyorum.
İki Müslümanın 3 günden fazla küs kalması caiz değil! Bunu biliyorsunuz değil mi?

Enes (R.A) rivayet edildiğine göre Resûlullah (S.A.V) şöyle buyurdu:

"Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız, ve hased etmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir"
Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28, 30-32 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5

Ebû Eyyûb (R.A) rivayet edildiğine göre Resûlullah (S.A.V) şöyle buyurdu:

"Bir müslümanın, din kardeşini üç gün üç geceden fazla terkedip küs durması helâl değildir. İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa öteki öbür tarafa döner. Halbuki o ikisinin en iyisi önce selâm verendir"
Buhârî, Edeb 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 23, 25, 26 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 21, 24; İbni Mâce, Mukaddime 7

Ebû Hüreyre(R.A) rivayet edildiğine göre Resûlullah(S.A.V) şöyle buyurdu:

"Her Pazartesi ve perşembe günü ameller Allah'a arz olunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah'a şirk koşmayan her kulun günahları bağışlanır. (Meleklere) Siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyrulur"
Müslim, Birr 36 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 47

"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulun!"
Hucurât sûresi (49), 10

“Müslümanlar arasında selâmı sabahı kesmeyi, küsmeyi, konuşmamayı gerektiren küçük veya büyük olaylar olabilir. Bunu normal karşılamak gerekir. Ancak normal olmayan, Müslümanların bu tür olaylar sebebiyle birbirleriyle alâkayı uzun süre kesmeleridir.

Mademki Müslümanlar din kardeşidir, o halde uzun süre birbirlerinden kopuk kalamazlar , kalmamalıdırlar. Gerek fert olarak gerekse toplum olarak Müslümanlar arasındaki küskünlüklerin, kırgınlıkların ve düşmanlıkların ortadan kaldırılması, aralarının bulunması öteki Müslümanların görevidir. Kardeşlik bunu gerektirir.

Kardeşler toplumunda kardeşliğin devamından “kardeşlerin tamamı” sorumludur”

14 Şubat 2009

Dejavu!

Dün gece hava durumunda şöyle diyordu: Avrupa dan Trakya ya dondurucu soğuk geliyor!

Bir kerede ağzınızı hayra açsanız olmaz:) İllaki uykumuzu kaçıracaklar! Aklım arılarda tabi ki! Polendi; yavruydu derken !
Sabah buz gibi bir hava; ardından kar yağışı başladı.
Sanki “dejavu” oldum gibi geliyor:) Ben bu manzarayı birkaç gün önce görmüştüm:)


Kar yağışı devam ederken 250 metre uzaktaki söğütler;

Kar yağışının hafiflediği sırada söğüt ağacı;

Girişler neredeyse sonuna kadar açıktı. Şimdi içerde yavru var. Girişleri daraltmam lazım. Daraltma yöntemi ise oldukça pratik; karton parçaları!
Ben daraltmadan önce bu giriş tamamen açıktı.Arılara teşvik olmasın diye girişleri daraltmamıştım. Hatta besleme bile yapmadımki yavru yapmasınlar! Ama onlar bildiğini okuyor. Şimdi bu havada dışarı çıkıp yavrulara su taşımaya çalışıyorlar. Çoğu yerlere yapışmış. Benim bir suçum yok ki ne yapabilirim! Kovana su mu koyayım? Olacak iş değil!

Bütün girişler daraltıldı!

Bunun bir girişi açıktı! Onuda daralttım. Bu kovanı ben yapmıştım. Kiremit altına konulan kavak tahtalarından. Her bir yüzü iki parça tahtadan oluşuyor. Kırkyama işi gibi! Ama arılar hallerinden memnun gözüküyor:)

Arıların sulukları!

Suyun yüzeyinin donmaya başladığı görülüyor;

Kar başladımı kuşlar hemen yemek aramaya koyulur.

İşte yemek peşinde bir baştankara! Ağaçta yemlik içinde ayçiçek var; oradan birer birer alıp yiyorlar!


Evet; bu da yemek arayan robin veya kızılgerdan! Bunlar ayçiçek yemez, tercihen örümcek olmadı ekmek kırıntısına bayılırlar!

Mehmet Gündoğdu'nun sitesinde bu bitkinin resmi vardı sanırım. Adının ne olduğunu bilmiyorum. Biz bunu Kastamonu'dan dağdan çıkarmıştık.

Küçük çiçek açıyor ama meyve tuttuğunu görmedim. Bir tür diken! İsmini bilenlerin yazmasını istiyorum.

Eveeeeeeet! Gelelim günün anlam ve önemine.
Bu cevizi arıların yanında buldum. Kargalar cevizi bir yerlerden getirmiş; oturup ağaçta yemiş ve kabukları aşağı atmışlar.
Benimde ilgimi çekti; ne kadar çok kalbe benziyor şekilleri?
Kabukları yanyana koydum; işte bir kalbin iki parçası:)
Tüm sevgililerin sevgililer günü kutlu olsun!

09 Şubat 2009

Günlerden hangi gün?

Yağışlar genelde hafta sonları olur!
Bir yerde okumuştum; şehirdeki kirlilik oranının hafta sonu en yüksek seviyeye ulaştığı ve yağışında bu yüzden hafta sonlarında daha sık görüldüğünü söylüyordu.

Burada da bu hafta sonu zaman zaman yağışlı bulutlu bir hava vardı. Şu anda ise; ince ince yağmur yağıyor.
Hava rüzgarlı ve serin olduğu için arıları açıp bakamadım. Ancak varroa ilaçlaması yaptım. Formik asit yada timol buharlaşması için hava soğuk. Elimde amitraz şeritten başka bir ilaçta yok.
Başka etken maddeli ilaç olsa ondan kullanıcam ama veteriner eczacıda bulamamıştım.
Neyse; kullanma kılavuzunda şeritleri tutuşturup çerçeve arasına asın diyor.O durumda kovanları açmak gerekecek.

Bana arıcı abimin gösterdiği kolay yöntem ise şeritleri hafifçe ortadan ikiye katlamak!

Tutuşturup giriş deliğinden içeri sürmek(tabi ki alevli şekilde değil!)

Ben burada penseti kullanıyorum. Bazen şeritler tam yanmadan sönebiliyor. Bu durumda cımbızla yakalayıp dışarı çekip yeniden tutuşturuyorum.
Belki bu yöntemi sizde biliyorsunuz? Belki de körük tipi olanından kullanıyorsunuz. Sonuçta bu şekilde uygulaması çok kolay bir yöntem!

DİKKAT!DİKKAT!!! "Arkadaşlarımız uyardılar. Kovanını bu şekilde tutuşturup yakanlar varmış. O yüzden körüğü tercih ederlermiş.
Dediğimiz gibi şerit kesinlikle alevli olmamalı. Sadece tütmeli!!! Şeritlerin kovanda tamamen yanıp bittiği kontrol edilmeli!!!

Şerit yandığı yerde bir miktar kararma yapıyor. Eğer değdiği yer kontroplaksa tahta zamanla kavrulabilir.
Ayrıca aşağıdaki yorumda göreceğiniz gibi strafor kovanlarda kesinlikle kullanılmamalı.

Off be yoruldum.İlacın üzerinde yangın ihtimaline karşı dikkatli olun diye yazması lazım. Aslında bu tip sentetik ilaçları kullanmak istemiyoruz ama ne yaparsınız şu an elimizde bu var? ""

Evet bu da benim pensetim!:)

Arılarımız maşallah tek tük polen getiriyor. Nerden ne getirdikleri hakkında hiçbir fikrim yok! Bir kısmı hindibalardan olabilir peki diğerleri? Bu kavuniçi polen!

Bu koyu sarı!

Bu ise açık sarı! Birde siyah polenle gelen vardı ki onu yakalayamadım:)

Böcekler uykudan uyanırsa örümceklerde uyanır değil mi ?
İşte güzel bir örümcek. Bazısı minicik örümcekten acayip korkar !Kadın veya erkek demiyorum örümcekten korkan erkekte gördüm:)

Ben örümcekleri çok severim. Tarlalarda otların arasında gezerken çok büyük örümceklerle karşılaşıyorum. Ama şükürler olsun şimdiye kadar “bir kere” bile örümcek tarafından ısırılmadım. Bunu neye bağlıyorum biliyor musunuz?
Şimdiye kadar bilerek; bir tane bile örümcek öldürmemiş olmama!!!

Evet görüldüğü gibi kovanın köşesinde duruyor. Dursun bakalım...

Bugün ''9 Şubat Sigarayı Bırakma Günü". Bizde bugün sigarayı bırakanları tebrik ediyoruz. Umarım kararlılık gösterirler ve yarın sabah yeniden içmeye başlamazlar...

06 Şubat 2009

Sürüden Ayrılmak!

Türkiye nihayet Kyoto protokolünü imzalamaya karar vermiş! TBMM’de Kyoto Protokolü kabul edildi.
Çevre dostu biri olarak çok memnun oldum; böyle bir şeyi yakın zamanda beklemiyorduk!

Kyoto protokolüyle ilgili haberleri zaman zaman okuruz ve anladığımız üzere Türkiye’nin protokole taraf olmamasında en büyük etken maliyet hesaplarıdır. Çünkü Kyoto protokolü biraz zengin işi:)

Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkili gazların salımını azaltmaya söz veriyor.
Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki seviyelere çekmesini istiyor. Hem de birkaç sene içinde!
Oysa Türkiye gelişmesini henüz tamamlamamış ve çokta zengin olmayan bir ülke. Kyoto protokolüne uyacağım diye büyük bir yükün altına girmesi gerekiyor bu yüzden de imza atmaktan kaçıyordu.
Şimdi… değişen bir şey yok!Yine yükün altına giriyoruz.

Kyoto ya göre;
Sera gazı salan termik santraller, çimento fabrikaları, rafineri gibi sektörlere teşvik, vergi muafiyeti, sübvansiyon vb. verilmeyeceği gibi bizim kömürle elektrik üretiminden; çimento fabrikalarının sayısını arttırmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlar, endüstride daha az enerji tüketen sistemler, termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemleri devreye sokmamız gerekecek.

Ulaşım ve çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak, çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek.
Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenlerden daha fazla vergi alınacak.

Fosil yakıtların yerine güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, biyodizel gibi ürünlere yönelmemiz gerekecek ( İlginçtir ki nükleer enerjide karbon açısından zararsız olduğu için tercih edilebilirmiş!)

“Enerji Bakanlığı’nın hesaplarına göre 80 bin MW’lık rüzgâr potansiyeli olan ve Avrupa’nın en çok rüzgâr alan ikinci ülkesi olan Türkiye’de, halen sadece 250 MW’lık rüzgâr santralı çalışıyor. Bu miktar Türkiye’nin toplam rüzgar gücünün yaklaşık yüzde üçüne denk geliyor”

Bizim burada da devamlı rüzgar eser! Ne duruyoruz bizde hemen rüzgar işine girelim diyebiliriz;
Girelim girmesine de; Abim birkaç yıl önce Bozcaada’da ki rüzgarla çalışan santrali görmeye gitmişti. Tam hatırlamıyorum 20 civarı rüzgar türübünü varmış ve her bir türübünün maliyeti 1 milyon dolarmış:)

“Türkiye, dünyanın en kalabalık 17. ülkesi ve en büyük 19. ekonomisi olarak, enerjiyi OECD ortalamasının iki misli verimsiz kullanmakta!!!
Türkiye dünyada en fazla karbondioksit emisyonu yapan ilk 20 ülke arasında ve emisyonunu en hızlı artıran ülke”

Türkiye Kyoto protokolünü imzalayarak dünyanın geleceği için çok güzel birşey yapıyor ancak başını büyük bir derde sokacak.Bu kriz ortamında hangi parayla bütün sistemleri yenileyeceğiz hiç bilmiyorum!O halde bol bol ceza ödeyeceğiz:)

Sürüden ayrılmak doğru değil; yoksa kurtlar kapar!
Türkiye de sürüden ayrılmayacak!
Umarız bizi sürünün içinde kurt kapmaz:)

(Bu arada ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler protokole imza atmıyor!!!)

03 Şubat 2009

Daire testereyle kestane çizilir mi?

Şaka şaka!
Haftasonu markette daire testere gördüm. Kesici ucun büyüklüğü yaklaşık spiral taş makinasının kesicisi kadar. Fiyatı 50 lira civarında. Neyse; düşündüm alsam işime yarar mı diye?
En iyisi seyirci jokerini kullanmak (yani size sormak:)

Daire testereyi kovan yapımında kullanabilir miyim. Şöyle ki ;benim takıldığım nokta kovanda çerçevelerin oturacağı kısımda L şeklinde bir kırtık var ya! Adı kanal mıdır nedir tam bilmiyorum. Hıh! İşte benim onu yapmam lazım. Normal testereyle böyle bir şey yapılmıyor. Daire testereyle bu işi yapabilir miyim? Yapılabilirse onu bir tezgaha monte ederim. Sonra istediğim ebatta tahtayı alıp kovan yapabilirim. Evet mümkün mü değil mi cevap bekliyorum!
Yoksa deneme yanılma metoduna başvuracağım ve bir tarafımı kesersem sorumlusu sizsiniz ona göre:)

Şimdi kestane muhabbetine geçiyorum…Geçen gün pazardan kestane almışlar,canınız istemesin! Annem bir kısmını çizmiş pişirmiş geri kalanı poşetin içinde duruyor.
Aradan birkaç gün geçmiş; aa bu poşette de ne var? diye açtım.

Bir baktım kestaneler kök yapmış; neredeyse ağaç olacaklar!!!

Yok artık; o kadarda değil:)
Ama böyle bir şeyi ilk defa görüyorum. Poşetin içi ıslak falan da değil. Kendi buharınla nasıl sürmüşler bende anlamadım. Yalvarsan sürmez.
Hemen saksı ayarladım ve içine ektim.Şimdi filizlenmesini bekliyorum.İlerde aşı yaparız veya yapmayız!
Eğer... kestanelerimiz büyürde bir gün çiçek açarlarsa( ölme eşeğim ölme) kestane balı üreteceğiz!
Bu Nasreddin hocanın diken tohumlarına benzedi:)
Kestane balını da hiç sevmem ...Neyse!

Bahar yaklaşıyor diye marketlere tohum gelmeye başlamış. Bende birkaç tohum aldım.

Dış paketler nispeten büyük gözükse de içinden çıkan tohum paketi o kadar küçük ki! 1,5 gramlık!

Kaliforniya gelinciği( bu yıl çiçek açacak)

Hüsnü Yusuf ( bu yıl fide olacak seneye nasipse çiçek açacak)

hımm. Bu da kırmızı soğan. Tohumu ekince böyle olacak; yeşil olarak tüketeceğiz. Yeşil soğan yani. Çok güzel görünüyorlar umarım acı değildir?