30 Ekim 2008

Gemileri yakmak!

Bir yere girince selam verip , kendini tanıtmak adettendir. Bu alemde herkes birbirini tanıyor olsa da biz bir kere daha kendimizi tanıtalım(alem dediysek : arıcıların sanal alemi)

Sıfırdan başladığım bal arısı maceram iki değil; neredeyse üç yıla yaklaşıyor.
Hobi olarak 4 arı ailesiyle başlamıştık yolculuğumuza, şu an biri junior olmak üzere 12 aile olarak devam ediyoruz. (Gerçi zaman zaman onlar beni dinlenme tesisinde bırakıp yola kendi başlarına devam ediyorlar ya neyse!)

Acemi arıcıların ilk yazıları genellikle şöyle başlar: “Arıcılığa ilk başladığımda başarabilir miyim diye tereddüt ettim” yada şöyle “Başarısız olmaktan korktum”
Yok ya! İtiraz ediyorum hiç biriniz benim kadar korkmuş olamazsınız!
Babamdan arı almasını ben istedim ; arıların bakımlarını tek başıma yapabileceğimi de ben taahhüt ettim! Ayrıca elimde ne işe yaradığını bilmediğim arıcılık sertifikam bile vardı!!!

Ancak arıları ilk açtığımda, bacaktan 7-8 kere sokulunca arıdan korkmaya başladım.Bunun üstüne birde arıları kontrol sırasında ezersem diye bir vesvese belirdi içimde. Bu yüzden kovanların etrafından bir güzel dolanıyor karşıdan bakıyor ama kapağı açmayı canım istemiyordu.
Bu durum üzerine (arıları almamıza vesile olan) bir dostumuzu zoraki rahatsız edip benim arılara bakmasını sağlıyorduk. Sağolsun her çağırdığımızda geliyordu. İşlerini o kadar seri halde bitiriyordu ki bana soru soracak zaman bile kalmıyordu.

Bir iki üç derken abim(kendi abim) bu duruma kızmaya başladı.
“Arıları sana aldık; ama bakıyorum da hiç ilgilenmeye niyetin yok, kendi ayakların üstünde durmayacaksan, arıların bakımını başkasının üstüne yıkacaksan bu işi hiç yapma” dedi.
Bu sözler üstüne şöyle “guluk” diye yutkunduğumu hatırlıyorum! (Abimin sözleri benim için her zaman yönlendirici ve bağlayıcı olmuştur)

Nasıl bu işin üstesinden gelirim, korkularımı nasıl yenebilirim diye kara kara düşünüyordum. İşte böyle düşündüğüm günlerden bir gün; Beyazkovan ailesiyle tanıştım.
İlk baştan bu aile içinde reddedilme durumuna düşsek te; yazılarımıza cevap gelmese de en sonunda benim halime acıyıp, cevap yazmaya başladılar. İlk dedikleri şudur; “Artık arıların etrafında dolanmayı bırak, birazda kapağı aç!”

Uzaktan arıcılık eğitimi olur mu sizce?
Hem de gayet güzel olur. Oldu da! En sonunda cesaretimi topladım ve gemileri yaktım; şimdiden sonra arılarıma kendi başıma bakacaktım!

Sonrasında bu gün geldiğimiz noktaya bakın; adımız ticari arıcıya çıkmış vay vay!!!
Hayır ben hobiciyim ticari değilim diyorum kimseyi inandıramıyorum.

Ayrıca bu yıl arıdan elde ettiğim gelirin vergisini vermedim ne olacak?
Öhömm…; gördün mü şimdi; kendi ağzımızla yakalandık!
“ Aranızda maliyeci yoktur umarım”

Hımm! Unutmadan hala arıların etrafında dolanıyorum ancak bir farkla; arada kovan kapaklarını da açıyorum…

29 Ekim 2008

Cumhuriyetimiz Kutlu Olsun

Tarih bir milletin kanını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Bizim görüşümüz ki halkçılıktır, kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.

Mustafa Kemal Atatürk

28 Ekim 2008

Ben de yazmak istiyorum!

Blogger yasaklandıktan sonra; yazar olan arkadaşlarımız çok üzülmüşlerdi. Okuyucularımıza nasıl ulaşırız diye düşünüyorlardı.
Bizim bloğumuz olmadığından işin o kısmınla ilgilenmiyorduk. Lakin blog yazılarını okuyamadığımız için büyük bir yalnızlığa düşmüştük. Blogların hayatımızda bu kadar yer tutması nedendi acaba?

Aslında bir şeyler yazabilmeyi, bir şeyler paylaşabilmeyi bende isterdim. Tam da havasına girmek üzereydim! Ne yazık ki şimdide blogger yasaktı.
Sonrasında bugün Beyazkovan da Murat bey’in yazısını gördüm: “Bloglarınıza girebilirsiniz” diyordu. Hani okulda öğretmen: “çocuklar bugün okul tatil edildi” der sizde çok sevinirsiniz ya; aynen öyle!

Elimi çabuk tutmalıyım, ben de bloğumu yayına sokmalıyım. Belki bu sevinç uzun sürmeyecek, kursağımızda kalacak bilinmez!
Olsun….yasakları ömür boyu sürdüremezler ya!