21 Ağustos 2011

Onun arabası var...güzel mi güzel!

Balları süzeli iki hafta olmuş, bugün itibarı ile!
Midem o kadar rahatsız ki canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Şöyle yemek borumdan ağzıma kadar zehir gibi bir tat var. Sanki ağzımda novalgin eritmişim de onun zehiri ağzıma akmış.
Böyle bir şey yaşamamış olan anlamazda; midesi rahatsız olanlar bilir!

Normalde düzeltemediğim her şeyi kafama takan ve üzülen bir insanım. Şu günlerde de oldukça stres altındayım. Üstüne ramazan da eklenince ver elini mide rahatsızlığı.
İnşallah hayırlısıyla bayrama erersek; şu tatsız durumdan kurtulacağımı düşünüyorum, en azından bir yudum süt içerim mideme iyi gelir.

Neyse… balları nasıl süzeceğim falan derken, abime dedim "bana en azından yarın yardım et;ballı petekleri taşımak için!Yoksa oruçlu oruçlu ben ölürüm ona göre!" Ayrıca uyardım da “Bak! Petekli balları yemeyi seviyorsun ama kovandan nasıl çıkıyor hiç düşünmüyorsun?”
“Tamam” dedi.
Sabah baktım saat 7! Başıma gelmiş “Hadiii uyan! Bugün balları süzeceksin ya; akşam öyle dedin.”
“Git başımdan! Kendimi iyi hissetmiyorum. Kalkmıycam!
“Bak arabanı yaptım hazırladım.”
"Ne arabası be?"
“Kalkınca görürsün”

Zaten uykumu bozdun, ben şimdi nasıl uyuyum. Midemde çok fena Allahım!
Bir saat yuvarlanmadan sonra kalktım. Bahçeye çıktım; ta tammmm!

İşte araba! :) Siz ne sanmıştınız?

Hangi ara aklına gelmişte yapmış. Benim kovanlardan birini mobil hale getirmiş.


Bu tekerlekleri geçen yıl bir iş için almıştı.


İkisi sarhoş tekerlek, ikisi sabit. Üstelik tekerleklerin freni de var. Hani kovan başını alıp gitmesin diye:)


“Bugünlük böyle kullan” dedi. “Ben sana düzgün bir araba yapacağım. Daha önceden söyleseydin çoktan yapardım.”
Ben yıllardır kendi kendime söylüyorum da kimsenin haberi olmamış! Tabii, demet sessiz sessiz kendi işini yapar, kimseyi rahatsız etmez.
Demek ki öğrenmen için senden yardım istemem gerekiyormuş:)

“Petekleri taşımak için bana ihtiyacın kalmadığına göre ben gidiyorum.”
Git! Ben diğer işleri hallediyorum biliyorsun.


Arabam kendi kendine gitmiyor, böyle arkasından itmek gerekiyor. Ama şunu söyliyim ki şimdiye kadar yaşadığım en rahat bal hasatıydı. Arıların nüfusu bayaca azalmış süpürmesi kolay oldu. Arılar hırçın değildi. Hiç sokulmadım. Gerçi ben tedbiri elden bırakmam. Ayağımda iki kat pantolon, üstümde maske, elimde baby eldivenim hazır haldeydim.
Petekleri süpürüp mobil kovana koyuyorum, üstünde ıslak bez hazır bulunuyor, kovanı örtüyorum. 9-10 çerçeve olunca, hemen süzülecek yere taşıyorum.
Böyle araba nasıl diyim uçarak gidiyor tıngır tıngır, takur tukur:) Ama taşıması çok hızlı ve kolay oluyor be! Allah, tekerleği bulandan razı olsun:)



İçeride boş katlara petekleri indirip tekrar kovan başına dönüyorum. Sadece ballıkları elledim.Kovan başı yaklaşık 5 tam sırlı petek aldım. 2-3 arası henüz sırlanmamış petek var onları daha sonra süzerim diye bıraktım.Petekleri taşımayı bitirince. Paydos ettim.Eldiveni çıkardım elimden çeşme gibi su akıyor. Şu baby eldivenlerin en kötü özelliği buharı geçirmemesi!
Üstüm başım zaten şırk su olmuşum. Akşamı zor ettim:)


Ertesi gün balları süzmeye koyuldum. Tabii gece ayazı yiyen ballar mıh gibi peteklere yapışmış. Aslında balın, kovandan alındığı gibi sıcak sıcak süzülmesi gerektiğini biliyorum! Ama .. imkanlar el vermedi.


Neyse petekleri biraz daha çokça çevirerek balın çoğunu aldım. Çokça dediysem hızlı anlamda değil daha uzun süre anlamında. Yoksa hızlı çevirmeye kalktın mı ya petekleri kırarsın yada böyle peteğe ızgara gibi iz çıkar:) O hatayı ilk bal süzdüğümde yaptım ki bir daha yapmadım.
Balların geri kalanı çerçevede kaldı, arılara yalatacağım için önemsemedim; yani kayıp olarak görmedim.
En zor kısmı ise soğuk balı süzgüden geçirmekti!


Bunlar yarım ballık çerçeveleri!


Hepsi abimindir!

Makinede süzülmek istenirse yarım çerçevelerde çok güzel süzülebiliyor. Ben daha önceden denedim!


Süzdüğüm petekler hep böyleydi.


Ama dediğim gibi kovanlarda 5-6 tane böyle tam sırlı ; birkaç tanesi sırlanmamış çerçeve vardı. Kovanların bal ortalaması aynı! Tabii iki ballıklı olandan daha fazla petek aldım!


Eski resimlerde bir sahne vardı. Tarak peteğe ters durmuş.

Demet hanım tarağı nasıl kullanacağını bilmiyor demişlerdi:)
Ben tarağı saçımda kullanıyorum petekte nasıl kullanılır ne bileyim?
Şaka bir yana; işte.. aşağıdan yukarı kullanıyorum tarağı, ilk gün neyse bugünde o!!!


Ballıklarda kesinlikle yavrulu çerçeve yoktu Allahtan! Bir iki tane böyle çerçeve vardı. Yavrular yeni boşalmış yerine bal konmuş ama sırlanmamış. Elim değmişken bunlarıda aldım!


Evet, ertesi gün yine arabamı kullanarak süzülen petekleri taşıdım ve kovanlara geri verdim.



Bulaşık kapları da yıkamadım. Yazık! Dedim, hayvan kursasına girsin.Arılardan şöyle 50 metre öteye kapları koydum arılar yalasın diye. (Yalnız kapları tepetaklak koyacaksın yoksa içine çekirgeydi böcekti bir sürü hayvan düşüyor ve ballara yapışıp ölüyorlar)

Bal arısı değil de eşek arıları ve ağaç karıncaları yaladı balları. Ama kapları nasıl temizlemişler pırıl pırıl. Hani; bal dök yala:)

Toplam bal süzme sürecim 3 günü aldı.
O gün bugün kovanlara bakmadım, içimden gelmiyor. Bayrama az kaldı; bakacağım inşallah.


Bunlar nerden çıktı? ee bunlar benim fırçalar. Geçen yıl fırça domuz kılı falan olabilir mi diye tereddüt etmiştim. Bu yıl iki fırçam birden oldu.


Biri tahta ve kalın. Uzaktan geldi. Diğerini ben buldum aldım. Plastik ince!


Biri ballanınca diğerini kullandım. İnce olan arılara daha az zarar veriyor ama pek iyi süpürmüyor. Diğeri daha sert ama arıyı iyi süpürüyor.


Bal tutan parmağını yalar derler ya; vallahi ben yalamadım. Allah şahittir; henüz balımdan bir damla tatma fırsatım olmadı. Gündüz, akşam olsunda balımdan bir kaşık alayım diyorum iftardan sonra unutuyorum. Benim gibi boğazsızın yapacağı ancak bu kadar olur! :)


Ama ablamlara verdim onlar yemişler! Çok güzel olduğunu söylediler..


Kurumaya yüz tutmuş çiçek bahçem!


Üzümler oldu. Gündüz baktıkça ağzım sulanıyor. Hoş! Ben yemeyi değil seyretmeyi severim:)


Geçen günler bir kargo; Zonguldak'tan ; Selahattin bey göndermiş. Çok şaşırdım doğrusu!
İçinde bal mumundan yapılma mumlar, kremler ve yeni üretim "propolisli sakız"larından koymuş.


İftara gelenlere sakızlardan ikram ediyorum. Hepsinin hem fikir olduğu tadının çok güzel olduğu yönünde. İçinde kestane balı olduğunu söylüyorum da propolisin ne olduğunu anlatmakta biraz zorluk çekiyorum. Yada ben anlatıyorum da onlar anlamıyor:)
Markette mi satılıyor eczanede mi? diyorlar. Bu aslında basit bir sakız değil ondan eczanede satılır herhalde diyorum.
Fiyatı konusunda bir fikrim yoktu internetten baktım. Propolisli sakızın kutusu 10 lira.

Sakız olarak bakarsanız zaten olmaz! Gıda takviyesi olarak bakarsanız olabilir ama yinede bu fiyata bana pahalı geldi. Üzerinde günde 1-2 tane çiğnenmeli yazıyor; o halde ayda 20 ile 40 lira arası sakız çiğnemeli!!!

Ben supradyn alıyorum vitamin hapı. 11 lira fiyatı. İçinde 30 tane var yani bir aylık!
Bu sakızın gerçek maliyeti nedir bilmiyorum o yüzden haddimi aşmayayım. Ama satış fiyatı aşağıya çekilebilirse daha çok kişi faydalanabilir diye düşünüyorum.

Tekrardan sakızın tadına dönecek olursak; tadı güzel, hele balın ağıza akışı çok çok hoş!
Balın tadı bitince baskın ve gittikçe artan bir mentol tadı ağızda kalıyor!
Balın güzelim tadına alışan ağız, mentolle baş başa kalınca ağızda acımsı bir tat oluşuyor. Ben mentolü pek sevmem; keşke balın tadı hiç bitmese:)

Tadanların hepsi sakızı çok beğendi!
Ama asıl amaç; bunun bir sakız değilde ağız sağlığı için bir destek olduğunu anlatmak ve fiyatının sakızdan pahalı olmasını açıklamak!!!
Bu sakızı bana da patlatma imkanı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Elinize sağlık, umarım istediğiniz satış grafiğini yakalarsınız.

Birde unutmadan; propolisli sakızda antioksidan madde kullanmak şart mı(e321)?
Antioksidan ve koruyuculara karşı pek sempati beslemiyoruz, kanserojen olabileceklerinden tutunda pek çok zararları sayılıyor! Bir cipste olabilir, hazır çorbada olabilir! Ama içinde bal ve propolis gibi çok değerli besinleri barındıran bir üründe olmasa daha iyi olur!



02 Ağustos 2011

Gün ola..

Selamun aleyküm.
Herkese hayırlı ramazanlar diliyoruz. Ramazanın gelmesi iyi oldu böylelikle yazmaya fırsat bulabiliriz.
Ancak; başka şey yapmaya fırsat bulabilir miyiz?
Geçen gün çarşıya gittiğimizde arabanın derecesi 42 gösteriyordu. Hava çok çok sıcak.
Ayçiçekleri açtı ve sıcaktan hızlıca geçti gitti. Çiçeklerim yanıkladı; suluyorum fayda etmiyor. Balları sağacağım ama sıcaktan cesaret edemiyorum. Şimdi araya ramazanda girdi.

Bayramda hasat etsem çok geç olacak. Neden dersen: sanıyorum birkaç gündür yavruya başladılar, Suluklardan su alan arı sayısı hayli fazlalaştı.
Balı yavruya yedirmesi bir şey değil, balı almadan varroa mücadelesine başlayamıyoruz ya ben o açıdan sıkıntılıyım.
Sıcaklar çarşambadan sonra biraz serinleyecekmiş. Ya şöyle sabah 5 te kalkıp kovanları hasada başlayacağız yada bir gün oruç tutmayacağız! Bakalım gün ola harman ola!


Oğul otunun adı üstünde “oğul otu”! Ben şimdiye kadar hiç denememiştim. 6 yıl önce arıları aldığımız amca bana birkaç kök vermişti, arılıktan.
“Tutmaz kızım, hava sıcak” dedi. “Yook, ben evelallah tuttururum onları” demiştim. Tuttularda.

Bu yıl değişik durumlarla karşılaştım. Bir oğul kovana silkelediğim halde kaçtı gitti.
İki oğul taze melisa yaprakları koyduğum kovana kendinden girdi.
Hatta ikinci oğulda deneme amaçlı kovanın bir ucuna “oğul macunu” diğer ucuna oğul otu koymuştum. Arılar kovana oğul otunun olduğu taraftan giriş yaptılar.
Oğul otu sair zaman arıların kesinlikle ilgisini çekmeyen bir ot. Hatta çiçek açtığı zaman üstüne arı konduğunu dahi göremezsiniz(yada çok nadir bir tane görürsünüz)
Uzun lafın kısası oğul otunda oğul zamanı arıların ilgisini çeken bir şey var!Tabii marifet oğul verdirmek değil de neyse; bilgi bilgidir zararı olmaz:)

Bu yakaladığım iki oğul aynı kovandan çıkmıştı. Katlı bir kovan. İlk oğul şöyle 5 çerçeveyi doldurdu .Ana eski ana, ertesi gün yumurtaya başladı.
İkinci oğul 3 çerçevelik.

Tamam; daha da bu kovan oğul vermez! dedim, kendi kendime . Bir kulağımı dayadım dinledim; kovanda vıyaklama cıyaklama eksik değil. Pes doğrusu! Ne yapayım ne yapayım? Yedek kovanımda kalmadı. Bıraksam kovan birkaç oğul daha verecek.

Aklıma yıllar önce Yusuf bey’in(Gürbüz) dediği geldi.
Yine böyle benim oğul sorunum olduğu bir zamandı. Demişti ki: “Kovanın yerine yeni bir kovan koy; içine boş petek yada kabarmamış peteklerden koy. Kovanın önüne bir bez ser. Bütün çerçeveleri kovanın önüne silkele. Arılar kendilerini oğul verdiler sansın. Varsa yavrulu çerçeveleri de diğer kovanlara dağıtırsın olur biter”

Onu da deneme fırsatım olmamıştı, şimdi tam zamanıydı, üstelik kaybedecek bir şeyimde yoktu!
Ama yedek kovanım ve boş çerçevem yok. Olsun bütün çerçeveleri dışarı aldım. Çerçevedeki arıları kovan önüne yere silkip bütün ana memelerini bozup, aynı çerçeveleri (yavrulu, ballı ne varsa ) ama “karışık” sıralamayla tekrar kovanın içine yerleştirdim. (maksat düzenleri bozulsun)
Bozduğum ana memeleri tam doğmak üzere olan analardı ki her anayı elimle kovana geri verdim.
İki gün içinde kovan önüne 5 tane ana arı atmışlar. Bunlar benim gördüklerim. Kovanı dinlediğim zaman ses kesilmişti. Demek ki kovan kendini oğul verdi sanmış bir anayı seçmiş diğer bütün anaları kapı dışarı etmiş.
Oğul verecek arı çalışmaz derler ya; o da doğru. O güne kadar kapı önünde miskinleyen arılar bu operasyondan sonra (ertesi gün) hep birden çalışmaya başladılar. Zaten ben işlerin yoluna girdiğini o an anladım.
Bu dediğimiz haziran sonuydu.

Evet bir kaçan, iki de yakalanan oğulla sezonu kapadığımı düşünürken 17 temmuzda; neredeyse bir ay sonra ikindi vakti havada arı uçuşu, hayra alamet değil. Gitti gitti erik ağacının yüksek, kalın bir dalına kondu.
Anasının gözü gibi bir yer. 2,5 metrelik merdiveni dayadım ermiyor. Nasıl moralim bozuldu nasıl bozuldu. Asla beklediğim ve istediğim bir durum değil!

Merdivende zor duruyorum. Bir elimde 5 lik kovan; dalı içine silkeletmeye çalışıyorum olmuyor. Dal silkelenmiyor. Haydi inersin fırça alırsın sağ elde kovan, sol elde fırça. Fırçanın uçcağızınla arıyı fırçalamaya çalışıyorum bir kısmı kovana düşüyor, bir kısmı haydi gerisin geri dala çıkıyor. Allahım kolumda derman kalmadı; sıcaktan bayılacağım.Tekrar aşağı inersin iki galvaniz tel bağlarsın kovana; uçlarını da kanca gibi yaptım ki dala asabileyim.


Tekrar çık merdivene, zor zahmet telin ucunu ağaca geçirirsin. Nihayet arı bir saate daldan inip kovana girdi.


Bende kovanı çözüp geri aldım ki çok çok zorlandım.

Arı bir, bir buçuk çerçeve var yok. Katlı kovanlardan çıkmış olsa diyorum bu kadar az arı çıkmaz.
Ertesi gün kontrol ettim, kovanlar işinde nektar taşımakla meşgul. Oğullara baktım onlarda da bir şey göremedim. Bir rivayete göre bunlara torun oğul deniyormuş. Oğul anasından memnun kalmazsa ilk fırsatta anasını yeniliyormuş .Yani bizimkide oğulun oğulu torun oğul olabilir:)


Bunlar çevremizdeki ayçiçekler. Sağ tarafa dikkat ederseniz arı kovanları göreceksiniz.


Bu arılar nerden geldi bilmiyorum. Bir gün baktım tarlaya konmuşlar. Dürbünle baktığımda 50 taneydi şimdi 40 taneye düşmüş.Arada gelip bakım yapıyorlar.


Bunlarda sabit arıcılar, hem kapalı mekanları hem de çadırları var.



Bunlar eşek marulu arılar polen alıyor.


Tabiatın kuruduğu şu sırada, arıların polen alacak birilerini bulabilmesi çok güzel!


Çiçekli yaban otları korumam altında, fidan aralarını onlara bıraktım, her yıl sayıları artıyor!


Yavru kurbağa;


Kurbağalara karşı özel ilgim var, hani ola ki prens olabilirler diye:)


Ama bu çok küçük, bundan prens olmaz! Olsa olsa prenses olur:)


Karşılaştığım böcek yumurtaları.


Kirazlar nasıl? Şaka şaka bunlar erik:)


Tohumdan yetişme bir incirimiz var. Birkaç yıldır incir yapıyor. Bakarsan böyle güzel incir!


İçini yarıyorsun içi tozuyor. İçleri kof.


Sonra kof incirler kuruyup gidiyor.
Benim bildiğim yaban inciride incir yapar; küçük yapar ama yapar. Bu incir neden böyle kof incir yapıyor bilgisi olan söylerse öğreniriz. Not : Bahçede başka incir ağacı yok!

Çocukken; mahallenin bütün kadınları toplanır; Selimiye camisine teravih namazına giderdi. Selimiye camii bize 2-3 dakika mesafedeydi. Kadın kısmı o kadar kalabalık olurdu ki saflar üst üste. Eğer kalabalık değilse annem beni de yanı başına alır, onu taklit ederek namaz kılardım. Eğer kalabalıksa beni kenar bir kısma paketlerdi. “Namaz kılınırken burada uslu dur sesini çıkarma, bir yerede ayrılma ” derdi. Ben büyümüşte küçülmüş olduğum için söylenenleri harfiyen yerine getirirdim:)
Kenarda gözlemci olarak dururken bazı şeyleri daha iyi görme fırsatınız olur. Elinde bir maşrapa bidonlarla su dağıtanlar mı istersin, karşı tarafta tanıdığını gördüğü için namaz kılan milletin üstüne basa basa karşıya geçmeye çalışanlar mı! Muhabbet gırla gider, çocuklar oyun parkı gibi her daim ortalıkta koşturur durur ki; ben bundan nefret ederim.Çünkü namazın anlam ve önemini yok ederler!

Gördüğüm üzere teyzeler genelde tombul olur. Namaz etekleri de lastikli, geniş ve bol. Kimileri secdeye daha erken kapanır, kimileri biraz daha geç. İşte tam o sırada başını secdeden kaldırmak isteyen bir bakar; kafasına “öndeki teyzenin eteği” geçmiş:) Allahım nasıl komik bir durum nasıl komik bir durum. Zavallı kafasını eteğin altından kurtarmaya çalışır durur, tabii bu arada o namaz bozulur mu bozulmaz mı orasını bilemiyorum. Hehehe! Ben durduğum yerde kıs kıs gülerdim olanlara.
Hemen her rekatta birilerinin kafasına etek geçerdi:)Hay Allahım; benimde aklımda kalan şeylere bak!

Çocukluktan sonra pek camiye gitme fırsatım olmadı. Şu an bulunduğumuz yerde camiye uzak. Vakit namazlarını kılmaya çalışıyorum ama ömrümce teravih namazı kılmadım desem yalan olmaz. Bu yıl karar verdim nasip olursa evde teravih kılacağım; inşallah sonunu getiririz. Yeniden herkese hayırlı ramazanlar.