14 Aralık 2011

Kuraklık Kapıda

Bir yerlerden başlamak gerek.
Bu kış havalar bir acayip gidiyor. Buğdayları ektiğimizden beri üzerine bir damla yağmur düşmedi desek yalan olmaz. Kuraklık kapıda!
Oysaki kış erken gelecek gibi gözükmüştü. Tarih 17 ekim 2011!

Sabahtan kar yağışı ve buzlanmayla uyandık.

Ben şimdiye kadar ekim ayında kar yağdığını bilmem. Duysam da inanmam.



Evet, ağaçlar henüz bir tek yaprak dökmemişken harika bir kar yağdı.Lapa lapa! Yapraklı ağaçlar bütün karı üstünde tuttu.



Pek çok ağacın dalları çatır çatır kırıldı. Genç fidanlar yerlere kapaklandı. Sopayla ağaçların dallarına vurup karları düşürmeye çalıştıysam da fayda etmedi.
Demek ki Allahın bir bildiği var. Sonbaharda ilkin ağaçlar yapraklarını döker ondan sonra kar yağar.
O tarihte henüz buğdaylar bile ekilmemişti. O gün bugündür de gözümüz gökyüzünde yağış bekler haldeyiz. Aralık ayının ortası geldi ve kış günü kuraklık yaşıyoruz. Buğdayların boyları minicik ve yağmur bekliyorlar.



Kestane ağacım ikinciye püskül çıkarmıştı bir tarafta kestane diğer tarafta püskül.



Bu yılda kestanelerin içi boş, tutmamış. Neden olduğunu anlamadım gitti.
Eğer tutmuş olsaydı iki kestaneyi sobada pişirip yiyecektim:)Nasip belki seneye.






Ağaç dalları kovanın üstüne kırılmış.







Erik ağaçları ciddi ciddi çiçek açmaya başlamıştı ki; kar onlara iyi bir sekte vurdu da uykuya girdiler.

.............................

.............................

.............................

Bayramın ikinci günü acil servisteydik.Annemin bütün gece dizi ağrımış bizi uyandırmamış sabahı zor etmiş. Sabah baktık kan ter içinde hemen hastaneye. Annemin menüsküsü yırtılmış. Ağrı kesici iğneler yapılınca ızdırabı kesildi. Neyse işte o günden beri durumu idare ediyoruz.
Çekirdek aileler anne baba ve çocuklardan oluşur. Çekirdek ailelerde her bireyin kendi sorumlulukları vardır. Hiçbir bireyin yeri doldurulamaz. Babam hastalandığında onun görevlerini biz üstlenmeye çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü hala üstesinden gelemiyoruz.
Annem ayakta dolaşamaz hale gelince onun görevlerini üstlenmeye çalışmak daha da zor. Annelerin yeri bir başka Allah başımızdan eksik etmesin. Çok şükür şimdilerde evin içinde az biraz dolaşmaya başladı ya; elhamdülillah.

Bloglara bakıyorum imreniyorum ne güzel arılarla ilgilenebiliyorlar. Benimde yapmak istediğim şeyler var ama hiçbirşeye yetişemez haldeyim. Arılarla çoktandır ilgilenmedim.En son ne zaman açtım hatırlamıyorum. Günler zaten bir avuç!


Geçen gün(iki gün önce) oğullardan birini açtım. Bu çok minik bir oğuldu.



Şimdi de nüfusu çok az. Aslında onu küçük bir kutuya almalı. Ama kutuda yok çerçevede. Neyse.Yan çerçevelerinde bal var ama oraya ulaşacak arı yok.



Bende dedim bari bal vereyim. Belki bahara çıkar.



Çerçevelerdeki ballar hep kristalize olmuş.



Zaman zaman marketten kuru pasta alırım. Kutularını atıyordum. Şimdi alıcı gözle baktım da İçine dünya kadar bal alır bu kutu.



Üstelik ince ve yayvan. Kovanların üstüne koymak için iyi olur.



Kovana bununla verdim balı. İyi olur inşallah.



Şu aralar diğer arıları açmayı da beslemeyi de düşünmem herhalde. Sonra bahar geldi falan zannederlerde neme lazım!



Evde odaların perdelerini genelde kapalı tutuyorum. Komik gelebilir ama bizim bahçede çokça kuş var ve eğer tülleri çekmezsek kuşlar içeriyi boş sanıp cama vuruyorlar.
İşte bu kuşu da pencere önünde yerde buldum ne yazık ki tülü çekmemişler. Cama çarpan kuş iç kanamadan ölmüş. Bu bir karatavuk. Gariban!
Ah şu insanoğlu! Varlığı bile, evi bile, evinin camı bile doğa için tehlike.



Öldüğünden emin olduktan sonra; ki bir gün beklettim belki canlanır diye; sonunda onu yavru kediye verdim.



Nasılda yiyor.Adamın ruhunda var.



Kuşlar saçaklara girmeye çalışıyor ama giremiyor.Kuşlar için seri yuva yaptım.



İçine saman sonra arkasını da kapattım. Ambarın duvarına astım.






Tarih 24 kasım. Sabah tavuklara buğday almak için ambara gittim. Kapıyı aralık bırakmıştım kediler ambarı yoklasın diye.
Kapıyı açtığım gibi bir inildeme sesi. Bir bakayım bir köpek ambara yavrulamış. Betonun üstünde titreyip duruyor. Bir taraftan annesi inliyor bir taraftan yavrular. İiii,iiii! Havada nasıl soğuk. Hemen biraz sap saman buldum yavruları üstüne çektim. Annede hemen samanın üstüne geldi.
Köpeği tanımıyorum ha! Komşunun köpeği olsa gerek.Ufak bir köpek. Aslında yavruları ellemek pek akıl karı değildi. Ya köpek beni ısırsaydı. Sonuçta hayvan yeni doğum yapmış yavrularını kıskanabilir. Neyse işte o an öyle uygun görmüşüm Allahta beni korumuş.

Asıl ben ondan sonra düşünmeye başladım. Annem köpekleri hiç sevmez.
Şöyle ki köpeklere zarar vermez yada kötülüklerini istemez ama köpeklerden hoşlanmaz. Eğer ki bu köpeğin ambara girip çıktığını görürse; birde yavruladığını duyarsa tansiyonu iyiden fırlar bacağı da zaten hasta.

Ne yapayım ne edeyim.Atsam atamam satsam satamam yavruları:)
Hemen gizliden bir plan yaptım, kulübe çaktım köpeğe. Bahçenin uzak bir noktasına; annemin pencereden bakınca göremeyeceği bir yere koydum kulübeyi.
Planım şu; anne köpek yavruların başından kalkınca hemen onları yeni yerlerine taşıyacağım.
Bekliyorum bekliyorum köpek, yavruların başından ayrılmıyor. Üçüncü günün akşamı baktım yemek aramaya gitti. Hemen yavruları kaptığım gibi yeni yerlerine getirdim. Allahım yavrular nasıl küçük böyle minik birer et parçası gibi. Ben kedi yavrularına alışkınımda yeni doğmuş köpek yavrusu ilk kez görüyorum. Sonra anneleri geldi; ambarda deli gibi arıyor yavrularını. Neyse zor zahmet yavruların olduğu yere getirttim anneyi. Hemen girdi kulübeye emzirmeye başladı. Çok şükür o gün bugündür bir sorun yok.
Annem köpeğin bahçede dolaştığını görüyor ama durumu henüz anlamadı :)
“Bu köpek neden bizim bahçede dolaşıyor?” diyor. “Ne bileyim anne. Gelip geçiyordur herhalde!”:)
Anneme yalan söylemiş sayılmam değil mi? Sonuçta yalan olsa da pembe yalan:)



Bu resimler yavrular 3 günlükken. Kafalarını tutamıyorlardı.



Bu resimler 14 günlükken. Kafalarını tutabiliyor ve gözleri açılmış.

Yeni bir proje!
Solucan gübresi. Son günlerde solucan gübresi üzerine çok şey öğrendik. Ticari olarak solucan gübresi satıldığına inanabiliyor musunuz? Duyduğumuz kadarıyla gübrenin kilosu 2 lira! Toprak için çok değerli organik bir gübre. Biz de hiç olmadı kendi ihtiyacımız için üretebilir miyiz acaba dedik?
Ancak gübre üretiminde kullanılan solucanlar farklı. Kırmızı Kaliforniya solucanı. Bu solucanlar çok oburlar ve çok gübre üretiyorlar. Yani metabolizmaları çok hızlı. Gübre işi yapacaksanız bu solucanlardan edinmeniz şart.
Hatta ilk başlayanlar yurt dışından getirmişler bu solucanları. Kaçak sokmaya çalışmışlar yakalanınca parasını veripte sokmuşlar ülkeye!
İnternette gübre ve solucan satışı yapıyorlar. Teklif istedik solucanları kaça satıyorsunuz diye. Cevap gelmedi. Demek çok yoğunlar ki cevap bile yazmıyorlar..
Bizde yurtdışı kaynakları okuduk. Neden yabancı kaynaklarda daha doyurucu daha açık bilgi var. Neden bizim ülkemizde çoğu kimse bildiği şeyi başkasıyla paylaşmıyor?Bir tek bilen o olsun diye mi?
Neyse işte; kırmızı Kaliforniya solucanı bulamayınca bizde kendi pembe solucanlarımızla bu işi yapmaya karar verdik. Bu yaklaşımla kendi solucanlarımız çok yemeye alışırsa yeni nesiller çok yiyen ve çok gübre yapan solucan haline dönüşebilir. Okuduğumuz bilgilere göre bizde kendi kafamızda bir tasarım yapmaya karar verdik.


Tahta bir kasa yapıldı. Altına hava alması için delik.



Sonra solucanların sıcak kalması için izolasyon(strafor) ona da delik açıyoruz.



Solucanların deliklerden gitmemeleri için sinek teli son olarak nemin gitmemesi için naylon.( bu katların hepsinde delik var. Hava solucanlar için çok önemli; sürekli temiz hava dolaşmalı kasada)



Yatak olarak oluklu karton kırpıyoruz. Ve kartonu ıslıyoruz. Solucanlar uyumak istedikleri zaman bu karton kırpıklarının arasına girecek. Karton kırpıkları ona yaşam boşluğu verecek. Şimdi iş solucan bulmaya geldi. Tarlada arasan solucan bulamazsın.
6 yıldan beri ellemediğimiz bir balya yığını vardı.( Saman balyası)
Balyaları kaldırmaya başladık. Toprağa değen son katman resmen solucanlık olmuş.













Karton üstüne ilk olarak bu saman ve solucan gübresi karışımından koyduk sonrasında başladık solucan avına!



İki gün içinde 200 tane solucan yakaladık ve solucan kasasının içine attık. (Normalde metrekareye 2,5 kilo ile 5 kilo arası solucan konulabiliyor düşünebiliyor musunuz:)
Üstüne yine biraz saman ve kompost koyduk. Yada sebze çöpü diyelim. Ve biraz ıslattık. Yorgan olarak ta bir karış saman koyduk.
Şimdi havaların ısınıp solucanlarımızın yemeğe başlamasını bekliyoruz. Çünkü soğuk havada onlarda mesai yapmıyor.



15 Ekim 2011

Datura,Kompost,Odungazı Sobası

Çok zaman olmuş… yazmayı unutacağım neredeyse.
Yasaklıydım yazamadım.
Ne yasağı mı? İnternet yasağı!

Yazın bütün yeğenler bizde olur. Evde 3-4 bilgisayar aynı anda çalışıyor. Çocuklar bana geliyorlar “demet teyze internete girebilir miyiz?” Tamam girin ama her biriniz bir saat daha fazla değil ona göre! Çocuklardan kurtulmanın kolay yolu onlara internet vermek. Ses seda bir anda kesiliyor evde. Kişi başı bir saat sınırını çoktan aştıklarını biliyorum. Kimi zaman geceleri bile internete girip oyun oynuyorlar, farkındayım!Ama beni atlattıklarını sanıyorlar ya ; bende çaktırmıyorum.
Bizim internet sınırsız değil ama bize yetiyor!
Ay sonunda abim fark etmiş, sınırın bayaca aşıldığını:)Topladı bütün çocukları, tabii beni de!
“Bütün gün internete mi giriyorsunuz siz? İşin dozunu iyice kaçırmışsınız. Neden ders çalışmıyorsunuz? Olmadı çıkın bahçede iş yapın, ağaçları sulayın,tavukları besleyin. Bundan sonra size internet yasak.
Ha unutmadan… internet şifresini çocuklara sen verdiğin için sana da internet yasak demet hanım!”

Merhametten maraz doğar! En sonunda işin bana döneceği belliydi. Çocukların suratını bir görmeliydiniz. Hepsinin yüzü düştü:) Bende onlar yüzünden yasaklandım ya; baya bir tırstılar!

Benim yasağım göstermelik olsa da; çocuklar beni internette görürse işin ciddiyeti kalmazdı. O yüzden bende bilgisayara elimi sürmedim. Sonrasında çocukların hepsi evine döndü ama ben bilgisayara dönemedim.
İnternet gerçekten bağımlılık yapıyor insanda; ama uzun süre kullanmazsanız internetsiz yaşamaya da bal gibi alışıyorsunuz!

Dışarıda yağmur yağıyor.Günlerdir sık sık yağıyor zaten. Sobayı yakalı çok oldu hava soğuk. Geçen gün hastaneye gitmiştim, babamın ilaç raporlarını yenilemek için 3 saat sıra bekledim. Mikrobu orada almış olmalıyım ki; perşembe gecesi hastalandım. Ateşim 39,5! Boğaz ağrısı, baş ağrısı. Ölüyorum. Bademcikleri aldırdım ama neden hala boğazım şişiyor anlamadım.

Neyse işte; yılın ilk hastalık tokatını yedikten sonra antibiyotik tedavisiyle az biraz gözümüzü açtık. Bende yazıyorum şimdi, evde hapis kaldım ya. Elimizde neler var bir bakalım…

Datura nihayet açtı.Bizim buralarda ayçiçek tarlalarında sıkça olan yaban bitkisinin kardeşi!

Daha büyük çiçeklisi yada evcil hali diyelim.



Kocaman bir çiçek! Geceden açıyor öğlene ölüyor.



İçinde çokça poleni var.







Güveler aman diyim! Süzdüğüm peteklerde mesai yapmışlar. Haydi onları 5’er 5’er dondurdum buzdolabında . Ne yapalım kasa tipi dondurucumuz yok ki!



Kenara eski petekleri ayırmıştım eritilecek. Onlarda da çoğalmışlar kaşla göz arası.
Sen sen ol eriteceğin peteği anında erit. Sonrayı niye bekliyorsun. İşimiz gücümüz güve üretmek zaten.



Bir aliminyum tencerem var. Onda eritiyorum. Küçük tüpte. Tencereye biraz su koyuyorum ki mum tutuşmasın! Hani yanar mı yanar?



Çok temiz çalışıyorum gördüğünüz gibi her taraf bal mumu oluyor. Mum eriyince süzgüden geçirip; su konmuş yoğurt kovasına döküyorum.
Sonrasında size mumu kalıptan çıkarmak kalıyor.
Akılda tutulması gereken bir başka şey; mum soğumadan kalıptan çıkarmaya çalışmamak!
Siz zaten çalışmıyorsunuz da benim canım tez! Bir gün aaa soğumuş dedim böyle kovayı bir tepetaklak ettim. Kalıbın içi henüz suluymuş. Sen kızgın mumlar ellerime akmasın mı. Yakında su vardı hemen ellerimi içine soktum. Ama ellerim bayaca haşlandı. Sonrasında mumlar ellerime nasıl yapışmış; zor temizledim canım yana yana.
Sonuçta erimiş mumun oldukça sıcak ve tehlikeli olduğunu unutmuyoruz!

İçi sıcakken akmış mum.



İçi böyle oyuk kalmış.



Arı kuşları sıkça ziyaret ettiler sağolsunlar yalnız bırakmıyorlar bizi.Penceremin önüne konuyorlar.



Ama dikkat ettimde saçaklarda çokça eşek arısı var. Her defasında kıt kıt eşek arılarını yakaladıklarını bizzat gözümle gördüm.



Sadece bal arısı yemiyorlar yani yusufçuk falan Allah ne verdiyse...



Bu nedir mutfak çöpü!



Abim mavi bidonlardan almış sanayiden. Kompost yapacakmış. Böylece mutfak çöpü iyi bir gübre olarak bize geri dönecek:)



Bidona güzel bir kapak yapmış. Çöpü buradan içine atıyoruz.



Bidonu şöyle bir döndürüyoruz kendi etrafında. O iş içinde benim bal taşıma arabasında kullandığı tekerlekleri koymuş bidonun altına! Böylece bidon tekerleklerin üzerinde zahmetsizce dönüyor. Kompostun arada karıştırılması lazım yoksa eski çöpler yeni çöpler birbirine karışmıyor.Ayrıca çöpün kompost olması için; içinde çok fazla su olmamalıymış. O yüzden bidonun dibini delmiş. Fazla suyu aksın diye. Akan suyun toplanması içinde saçtan bir tabla kıvırmış bidonun altına:)



Dur bakalım çöp atmaya devam ediyoruz. Kompost tamama erince neler olmuş göreceğiz.




Bir projeden başka birine geçelim. Evet bu da odun gazı sobası. İçinde bir konserve tenekesi üstünde saçtan bir gömlek . İçinde delikler var. Altında da hava alması için delikler var. İçine şöyle ne diyim bir avuç kadar odun kırpıklıyorsunuz yada dal! İşte konserve kutusu ne kadar odun alırsa.



Sobayı bir kere tutuşturuyor bir daha üzerine bir şey atmıyorsunuz. Çaydanlık 1-1,5 litre kadar su dolu. Ve bu suyu bu kadarcık odun kaynatmaya yetiyor. Ateşin nasıl bu kadar uzun süre devam ettiğine çok şaşırdım yanıyor da yanıyor. Sanki tüpgaz yanıyor. Ciddi söylüyorum çok verimli. Tabii çaydanlık kapkara oldu dumandan, yalazı kuvvetli ,sapı yanmasın diye bir teneke dayamak durumunda kaldık.



Adı üstünde odun gazı sobası. Yani odunun yanarken çıkardığı verimli gazı bir kere daha yakmayı hedefleyen bir sistemmiş. İnternette pek çok uygulaması varmış.

Abimden aldığım son duyumlara göre bizim soba biraz daha değişim geçirmiş şimdi çok daha verimli yanıyormuş. Ben görmedim. Fotoğraflarını çekince onu da yayınlarım.



Bu yıl sebze bahçemin en güzel yeri acı biberlerin olduğu yerdi. Yada biberiye diyelim.Zeytin biberler, kırmızı biberler tam bir çiçek bahçesi gibiydi.



Bütün bu biberlerin tohumu bana hediye geldi. Sadece birer tutamdı tohumlar. Zaten bir çiçeği bir bitkiyi edinmek nedir bir tohum yeter.



Şimdi bende kendi tohumlarımı edindim. Hepsini ayrı ayrı etiketlemeye çalıştım. Tohumları ellerimle ayıkladım ne bileyim o an için ellerim yanmadı. Sonrasında 2 gün boyunca ellerim özellikle parmak uçlarım nasıl zonkladı anlatamam. 2. günün sonunda elimi ağzıma sürüyorum dilim yanıyor. Nasıl acıysa düşünün yani! Biberlerin bir kısmı tarhananın içine gitti.



Bir kısmı turşu oldu. Acıları çok acı ama seyretmesi güzel.



Yine bu patlıcanlarda yeni. Boyları 40- 50 cm. buldu. Böyle ince uzun bir patlıcan hiç görmedim. Yalnız patlıcanlar biraz acıydı hani. Gerçi acı patlıcanı kırağı çalmaz derler ama:)


Kertenkeleler bu yıl oldukça çoğaldı. Özellikle ambarda çokça var.Seslerinden tanıyorum. Böyle kuş gibi ötüyorlar “çiçiçiçi” diye. Böcekleri yemeleri bir harika. Hayır kovanların yakınında hiç görmedim ve evet kertenkeleleri çok seviyorum. Yalnız hayvanın gözüne flaşı fena patlatmışım kör olmamıştır inşallah!


Sonbaharda dökülen yapraklar ne kadar güzel duruyor değil mi?


Yaprak mı? Biraz daha dikkatli bakın, alıcı gözle.


Ömrünüzce böyle bir şey gördünüz mü? Ben görmedim. Ya da görmemiştim. İki kelebek var burada.Kelebek yada güve kelebeği. Ama kamuflajları o kadar harika , o kadar güzel ki. Yaprağın sapı bile var:) Sap tarafı kelebeklerin baş kısmı!


Doğa bana hergün süpriz yapıyor ya! Pes doğrusu:)