14 Temmuz 2012

Güllük gülistanlık




Her şey güllük gülistanlık gidiyordu. 
 Fasulyeler fasülyeliğini yapmış;
Tereler çoktan tohuma kalkmıştı. Hiç unutmam 27 mayısı 28 mayısa bağlayan geceydi. (Nasıl unutayım ki iki aya yaklaştı hala unutamıyorum!)
Gece yarım gibi yatmışım. Siren sesiyle uyandım.  Ambulans sandım, komşulardan birine bir şey oldu herhalde. Pencereler de plastik olunca sesi pek içeri geçirmiyor. Zor zahmet yataktan kalktım; saate baktım gece yarısı 3.
Üst kata çıktım pencereden dışarı baktım. Hafiften yağmur yağıyor. Polis arabasının mavi kırmızı ışıkları şakada şakada yanıp sönüyor. Bir taraftan da siren yapıp duruyor. Yine bir şey anlamadım. Tam da o sırada bahçede bir parıltı gözüme çarptı. 
 
 O da ne bütün tarlayı sel basmış.Hemen kendimi bahçeye attım. Attığım gibi ayağım suya deymesin mi? Dere tamı tamına 300 metre ilerlemiş ve evin birinci basamağına kadar su gelmiş, hem de ne su, bildiğin çamur. Elim ayağım boşandı. Başka bir şey düşünemiyorum. Diyorum “şimdi  eve su girerse ben ne yapacağım neyi nereye kaçırayım?”
İnsan bedeninin gece 3- 5 civarı en zayıf,yorgun ve savunmasız safhasında olduğunu; hatta polisin bu durumu bilerek bir yere baskın yapacağı zaman özellikle gece yarısını tercih ettiğini, intiharların ve kalp krizlerinde en çok bu saatlerde olduğunu  duymuştum. Evet sel de bizi üzüntüye gark etmek için bu saati kollamış, bizi şaşkın ve çaresiz bir şekilde yakalamıştı.Hava  karanlık bir şey yapamıyorum, gümbür gümbür suyun akışı duyuluyor sadece. Bekle bekle bekle bekle.Hava bir türlü aydınlanmıyor. 4 gibi suyun yükselmesi durdu
Gün aydınlandığında manzara felaketti. Sonradan  öğrendiğimize göre polis siren yapıp sel geldi mallarınızı kurtarın diye anonsta bulunuyormuş gece!
Polisler olmasa neredeyse uykuda boğulup gideceğiz haberimiz olmayacak. Derenin böyle taştığını duymadım, görmedim, başkaları da görmemiş. Üstüne üstlük geçen yıl derenin sözüm ona ıslah edilip bütün ağaçlarında pisi pisine sökülüp atıldığını hatırlarsınız. Elde ne var? Koca bir “sıfır” Size de; yaptığınız ıslaha da yazıklar olsun

Ağaçları sökülen, kıvrımları düzleştirilen derelerin taştıkları zaman eskisinden çok daha fazla hasar yaptığını söylüyor uzmanlar. Çünkü önlerinde hiçbir engel kalmadığı için suyu çok daha hızlı bir şekilde taşıyorlarmış. Evet; zararımız çok büyük. 20 dönüm  başağa kalkmış buğday tarlasını su basmış, batak üstüne çökmüş,yatırmış.  Ki buğday kimi yerde benim göğsüme kadar geliyor suyun seviyesini, siz düşünün.


Sebze bahçemiz tamamen su altında kalmış. Kümeslerimize 50 cm su basmış. Tüneğe çıkamayan bir horoz suda boğulmuş.Ölen horozum 8 yaşındaydı. Benim için çok kıymetliydi ki, ölen başka bir canlıda olsa yine aynı şekilde üzülürdüm. Bu şekilde ölmeyi hak etmiyordu.

İşin en traji komik yanı ise bizde doğru düzgün yağmur olmadan başka köylere yağan yağmurlardan sel baskınına uğramamız. Öyle ki boğulan horozu gömmek için çukur kazmaya çalışıyorum. Bir yeri kazdım olmadı; ikinci yeri kazdım olmadı. Toprak o kadar  kuru ki bel küreği girmiyor düşünün. Üçüncü denemede az biraz çukur kazabildim de horozu toprağa verdim.
Tarlanın sigortası yok. Tarım il müdürlüğüne gittik. “Sigortası yoksa bir şey yapamayız , kendi başınızasınız; geçmiş olsun; bir soğuk su için; olmadı devlet su işlerini dava edin” dediler.

Tam bir gün sonra çizmelerle tarlaya bakmaya gittik. Setlerin üzerinden yoksa tarlaya bir batarsan çıkamazsın. Siz suyu çekilmiş gibi görseniz de tarladan suyun çekilmesi tam 2 haftayı aldı. Buğday olduğu gibi yatmış çamurlu su  içinde. Kimi yerler tamamen pisliğin içine gömülmüş. Bazıları hatta çoğuları hazır yeyici olabilir, yedikleri önlerine geliyor olabilir. Onlar bunu anlamaz! Ama… bu işe her daim alnının terini akıtan, elinin emeğini koyan biri olarak söylüyorum ki; insanın malının gözünün önünde ziyan olmasının nasıl bir şey olduğunu bilemezsiniz!



Peki ;buğdayın 9 ayda yetiştiğini biliyor muydunuz. Tam bir bebek gibi 9 ayda!
Para kaybetseydim ama ürünümü çamur içine gömülmüş bir halde görmeseydim.
Biberler domatesler karpuzlar ne varsa hepsi çamura gömüldü. Karpuz ve kabakların tamamı kesildi.(öldü) Başkalarının tarlalarına da zarara vermiş ama en çok zararı bize. Bazılarının su motorlarını sürüklemiş götürmüş, kimilerinin damla sulama borularını, kimilerinin pimaşlarını.



En önemlisi en acısı “sel”  tarlaların verimli toprağını yalamış götürmüş; çamur akıyor. Günlerce çamur akmaya devam etti. Ülkemizin geleceği akıyor kimsenin umurunda değil
Su önüne ne kattıysa getirmiş. Birisinin kovanlarını da getirmiş. Üzüldüm doğrusu ;belli ki fukaranın teki.

Kovan kulpu olarak yağ tenekesinin saplarını kesip koymuş. Hiç kovanı taşır mı o kuluplar. Benim bulduğum kovanda arı yoktu ama ileride başka kovanlarda bulmuşlar. Bende arılarımı buraya taşıyayım diye düşünüyordum. İyi ki de taşımamışım.


Su kurumaya başladıktan sonra yerine hazin bir manzara bıraktı.Taşarken balıkları da yerlerinden etmiş. Küçük birikintilerde zavallı balıklara rastladım.Ölmüşler elbet.


Tarlanın içinde kim bilir ne kadar balık yavaş yavaş can verdi ki bir şey yapamadık çünkü tarlaya girmek mümkün olmadı. Suda boğulan kaplumbağaları kirpileri  hiç saymıyorum.


Bütün moraller sıfırlandı;kolumuz kanadımız düştü. Sebze bahçesine daha ekeceklerimiz vardı vaz geçtik.Biberler domatesler hep batağa gömüldü.

Hani deprem olurda bebekler ardı ardına doğar, deprem falan dinlemez ya ; işte benim arılarda fırsattan istifade oğul verdiler. Arı sayımız 12 ye dayandı maşallah. Ben eksiltmeye çalışıyorum onlar çoğalıyor.










Hele son aldığım oğulun maşallahı var tam 8 çerçeveyi sardı. Yakaladığımız oğulların büyüklüğüyle övünüyoruz. Aslında her oğul benim kovanımın zayıfladığı ve iyi yönetilmediği anlamına geliyor. Ama diğer açıdan bakacak olursak kovanımın 1 çerçevelik oğul vermesindense 8 çerçeve oğul vermesini tercih ederim. Bu en azından arılarımın güçlü olduğunu gösterir. Yakaladığım oğullar şu an 8 -10 çerçeveye ulaştı. İnşallah kışı sorunsuz atlatacaklar.


Bu arada baykuşumuzun 2 yavrusu oldu. Yavrular birkaç kez aşağı düştü. Bende yeniden yerlerine koydum. Bu düşenlerden biri:) çirkin şey.

Annesi sürekli bizi takip ediyor.

Nihayet yavrular rahatça uçmaya başladı. Bir yavru sabah güneşinde banyo yapıyor!



Sizlerden biri yazmıştı kırma taştan arı suluğu yaptım diye. Benimde çoktan aklımdaydı. Nasip olmamıştı.

Bir miktar yer kazıp içine branda üstüne kırma taş koydum. Kırma taşın şöyle bir tenekesini 5 liraya aldım bence taş için pahalı. Sanırsın tek taş alıyoruz:) Biraz daha taş olsa iyi olacak ama şimdilik bununla idare etsinler.

Çevremizdeki ayçiçekleri açtı ve geçti. Hava o kadar sıcak ki 40 küsurlarda. Ter üzerimizde kurumuyor. Fenalık geçirmek üzereyiz. Toprak kuraktan çatladı şimdi yağmur istiyoruz ya bakalım.

Geçen hafta buğdayları biçtirdik. Çamura gömülen tarlamızın da hiç olmadı ayakta kalan başaklarını biçtirelim dedik. Bir batoz geldi 3-5 biçti. “ yok” dedi “ben bunu biçemem toz makina mı tıkayacak” bıraktı gitti. Allahım üzüntüden kahroluyoruz.Yalvar yakar başka bir batoz bulduk. Alabildiklerini aldı. Ama buğday o kadar tozlu ki kapkara. Numune götürdük bu şekilde almayız diyor toptancı. Eleyin temizletin öyle getirin. Yani derdimiz henüz bitmedi, şimdi selektör bulup 6 ton buğdayın tozunu eletmemiz gerekiyor tabii ondan sonra buğdayı alırlar mı almazlar mı bilinmez.

Görülen o dur ki; Allah bir insanı üzmek istedi mi üzer, sevindirmek istedi mi sevindirir.
Sonuçta Allaha sığınmaktan başka yapacak bir şeyimiz yok.