13 Temmuz 2009

Marta!

Biraz yol gideceğiz; bakıyoruz arabada benzin azalmış!
Yolumuzun üstündeki benzinliğe uğruyoruz. Çok hoş bir afiş var; yanımda fotoğraf makinesinin olması iyi oldu.

Arabanın karnı benzinle doyarsa; bizim karnımızda ekmekle doyar hesabı!
Ama merak ettim! Acaba ekmek teklimiydi; çiftlimiydi?
50 liralık yakıt almadığımız için bize ekmek vermediler de:) Hiç olmadı bir iki dilim verselerdi?

Şehir merkezinden uzaklaşıyoruz. Akan su Meriç nehri; Meriç köprüsü sağ arkada kalıyor ! Devam ediyoruz;

Çok ama çok güzel bir yere geliyoruz.

Harika bir rüzgar su kokusunu getirip ciğerlerimize dolduruyor. İşin ilginci sivrisinek yok; olsa ilk önce gelir beni bulur:)

Ortamdan mest olmamak mümkün değil! Beni biraz bıraksalar şöyle; yere yatıp beş dakika gözlerimi kapasam….



Ne diyordum; gözlerimi kapasam…. ama kapamasam daha iyi olur; iş beklemez!!!
Buraya gelmemizin bir amacı vardı değil mi?
Nisan ayında bize gelen misafiri postalamak!
Kutunun içinde debelenip duruyor:)
Annem misafiri evde istemiyor. Neymiş; tavuk ciğerlerini buzluğa atsa donuyormuş , aşağıya koysa dolabı kokutuyormuş.
Ayrı evin olunca; orada canının istediğini bakarsın diyor bana. Bak sen? Hem de bana!!!
Şaka bir yana annem iyi bile dayanıyor…

Evet… “martımızla” vedalaşma zamanı geldi artık. Neredeyse 3,5 ay olmuş. Zaman nasıl geçmiş anlamadım. Şimdiye kadar uygun bir yer bulamadığım için bir türlü bırakmaya kıyamadım! Kış gelmeden düzenini kurması gerek.
Bir kanadının kırık olduğunu ve hikayesini sizinle paylaşmıştım hatırlarsanız. Kanadı iyileşti mi? Hayır! (İyileşmeyeceğini biliyordum zaten)

Martımızı (yani “marta” mızı) kutudan çıkarıp kıyıya bıraktım.
(kız olduğunu varsayarak adını “marta” koymuştum)
Sıcaktan dili bir karış çıkmış hayvanın. Kutuda yolculuk kolay değil! Hemen otların arasına girdi. Hızlıca bir yıkandı. Bir iki “vıkvık” ladı. Sonra sustu etrafı incelemeye başladı.

Su, ağaç ,çalı, toprak, kurbağa, balık!!! Bir canlının yaşayabileceği potansiyel ortam!

Balık yavruları kıyıya geliyor. Daha büyükleri ise ilerde atlıyor görebiliyorum.
3 ay boyunca hazırdan; ciğerle beslenen martanın biraz uyum sorunu yaşayacağı kesin. Ama İnşallah üstesinden gelecek.

Bu hikayede bal arılarıyla ilgili bir ayrıntı yok sanıyorsanız; hiç sanmayın!
Biraz oturup bekliyoruz. Su kenarında o kadar çeşitli bitki var ki!
Adını bilmediğim yabani bir çiçek.

Bakıyorum arılar çiçeklerin üstünde turluyor hem de bal arısı! Hımmm! Yakınlarda birilerinin arıları var demek ki! Buralara arı getirmeye müsaade ediyorlar mı acaba? Hani sınırlara yakın yerlerde bazı şeyleri yapmak yasak ya !
Ohhh; ekmek elden su gölden! Arıların tatlı su problemi olmadığı kesin! Göz alabildiğince su!!!

Arada birkaç su yılanı da gördük ama yedek piller yanımda olmadığı için resim çekemedim!
Sonrasında Marta’yı Allah’a emanet ettik ve evimize geri döndük.

Bu sene yaz yağışlı geçiyor. Buğdayımız biçilemeden tarlada kalmıştı.
Birkaç gün önce; zor zahmet batoz ayarlandı ve buğday biçildi taşındı ambara aktarıldı! İki saat sonra sel şeklinde bir yağmur ! Buğday tam zamanında ambara girdi!

Buğday ayçiçek ne olursa aktarma işini “helezon” yapıyor. Helezon yılda bir iki kez çalışıp geri kalan kısımda dinleniyor. Aynen bal süzme makinesi gibi!Evet dinlenme zamanındada hep eşek arılarına yuva oluyor.

Helezonun motorunun altı;


Helezonun kablosu;



Helezonun ağzı;

Benim gördüğüm 3 yuva vardı; koparıp kenara aldım.
Bir yuvada içinde varmış. Buğday aktarılırken yuva ve arılar buğdayın içine saçıldı!!
Yuvaları kenar bir yere koydum; hemen gelip yavruları sarmaladılar.
Yavrularını o kadar seviyorlar ki; ne yapmak gerek bende bilmiyorum!

1 yorum:

Akın dedi ki...

selam güzel ülkemin güzel insanı blog yazılarını we resimlerini aşgı yukarı üç beş bilemedigin altı aydır yani arıcılık hastalıgına bulaştıgımdan beri takip ediyorum bu kadar güzel resimleri nereden bulur insan benim işim butün yıl boyu tarlada olmasına karşın ben bu kadar güzel manzara lar yakalayamıyorum sana başarılar dilerkene daha çok resim yayınlamanı bekliyoruz güzel ülkemin güzel trakyasından.